11 Eylül 2008 Perşembe

ELMA DERSEM ÇIK 25 ocak 2008

Yarebbim nasıl bir dilek dilediysem işin ardı arkası kesilmiyor, biri bitmeden diğeri geliyor vallahi de... Yani öyle bir dilek tutması yaşıyorum ki, sanki ne istesem olacakmış gibi hissediyorum. Ah, ne güven verici bir his...

İstanbuldayım ben. Kayanın, artık yeter ya biraz da gez, diyeceği kadar da çalıştım hem. Yani kocama da bunu dedirtebildim ya, süper hiper bir taktikçi olabilirmişim. Sen bütün yıllar boyunca dur dur, ne eve para getir, ne de eli boş geldiğin eve bak, sonra günün birinde şans kapıyı tıklatınca 1 ay çalışıver ve kocan sana pek bir acısın. Amma da akıllıymışım ben yav.

İstanbul'da kaybolmak çok kolay. Sanki kaybolalım diye varolmuş bu şehir. Yani şahsen burada bulunduğum zamanın yüzde 80'ini kaybolmakla geçirdiğimi söyleyebilirim rahatlıkla. Hiç zorlanmadım üstelik. Kendimi bu şehrin çarpuk çurpuklukta Ankara ile yarışan yollarına bırakmam yetti (bkz. başkasına bok atmak). Oooouuoo (anlaşıldı mı hangi ünlemi kullandığım?), nerelere gitmek isteyip de nerelere vardım bir bilseniz... Hiç alakası yokken mesela, ve hedef arkadaşımın Halkalıdaki eviyken üstelik, bir sabah gişelerden girip Avcılara ulaştım. Oradaki gişelere para ödeyip çıkışımı yaptıktan sonra tekrar İstanbula döndüm. Bitti mi? Bitmedi. Hedefe hemen ulaşmak çok can sıkıcı be üstadım, ben biraz daha sürüneyim bari diyerek bir mobilya sitesinin (MORPA mı MOPET mi MELON mu ne) önünde buldum kendimi. Bunun üzerine yol sorduğum 8 çeşit insan da "hö?" "haaaaa?" "buyır?" şeklinde 8 farklı ifadeyle karşılık verince ağlama kıvamına gelerek sabah varmam gereken yere öğleden sonra vardım. Olsun, zaman değil varılan hedef önemlidir (oldu canım).

Bitmedi. Arkadaşımdan dönüşte kardeşime gitmem icap etti. İcapçılık kötü birşey, hemen yerine getirmezsen darılır. Akşamın o vakti, radyoda lounge müziği çalarken, ve bütün ama bütün yön-yer levhaları son anda karşıma çıkarken, üstelik daha evden itibaren 2. sapakta yolumu şaşırmışken, nasıl olur da 1 saat yerine 15 dakikada hedefe ulaşmam beklenebilir ki benden? Benden hem de. Safi İstanbul şaşkını, Kezban ötesi, yani neredeyse içkisine ilacı kendi koyan tavuk karası arkadaştan... Kimbilir ne hayaller kuruyorum yollarda da sapakları kaçırıyorum. Hayır, hatırlasam şu hayalleri gam yemem, arabadan inerken tek aklımda kalan kilometre ibresi oluyor, Oha lan daha dün almıştım benzini, hemen nasıl 160 km yaptım ben, demek için mesela...

Vakti zamanında, yani yani 2 sene önce bir yaz vakti, Kayacığımı İzmirden otobüse bindirip Kuşadasına doğru yola çıkmıştım da, git git bitmez otoban sonunda gişelere kavuştuğunda hayatımın cümlesini kurmuştu gişe memuru: "Abla sen Kuşadasına gitmek istiyorsun ama, bundan ötesi Yunanistan"... Meğer Çeşme yoluna sapmışım, üstelik Çeşme sapağını geçerken, anaaa burada eskiden Çeşme yoktu, nası yani, acaba yeni yol mu açtılar, diye epey bir düşünmüştüm. Söylemem gereksiz: İzmirden öğlen gibi çıkmış Kuşadasına gece onbir buçukta varmıştım. O günden beri ailemden kimsecikler ben geciktiğimde meraklanmaz...

Yani diyeceğim o ki, alışığım. Kaybolmaya, hayallere dalmaya, hiç görmediğim yolları geçerken panik yapmamaya, arabada yedek yiyecek bulundurmaya, kaçırdığım sapaklar için küfretmemeye... Ben alışığım da, çocuklara henüz normal gelmiyor bu durumum. "Anne bir kere de kaybolmadan gidelim" dedi Sinan geçende. Çocuk işte:))

Hiç yorum yok: