11 Eylül 2008 Perşembe

İSTANBUL GAZİSİ 9 ocak 2008

Aslında sakız gibi uzadıkça uzayan çeviriye devam etmem gerekiyor. Ama bir mola verdiğimde iki şeyi dank etti kafama: 1. mola vermek tüm dikkati dağıtıyor 2. blog yazmayı özlemişim. Nasıl olsa dikkatim dağıldı, e hadi blogu da yazayım dedim hemen. Buna mantıkta birşey denirdi, birinci önerge (var mı böyle bir kelime?) ikinci önergenin nedeni, ya da ikincisi birincinin sonucu ya da birbirleriyle pek alakalılar, veya kıl olurlar birbirlerine, ya da en iyisi susayım.

İstanbul tatili kimseye tatil olamadı pek; ne deliler gibi yemek yapan anneme, ne gezecek çok yer bulamayan çocuklara, ne de koca bilgisayarını çalışmak üzere taa oralara taşıyan bana... Ama bir şekilde iyi geldi işte, hava değişimi, yatak değişimi, tatsız tuzsuz yemeklerden şahane yemeklere terfi, İstanbuldaki 15 yıllık evimizle vedalaşma turları, facebooktan bulunan eski arkadaşlarla orada burada buluşmalar, işverenimle tanışma, çok sevdiğim birkaç arkadaşa gitme, vs... Değişmeyen birkaç şey vardı: her seferinde aman da aman çocukları şimdi kimbilir hangi müze, park, saraya götüreceğim diye gidilen İstanbulda sadece vapur gezisi, Maltepe sahilinde yürüyüş ve Moda parkında 1-2 saatle yetinmek, aynısı ve daha güzelleri Ankarada da varken, İstanbuldaki Migros, Carrefour, Koton, Beta gibi muhtelif mağazalara görsel hücum (lüften dokanmayınız, hele almaya kalkmayınız uyarılarını düstur edindim), İkea manyaklığı, vs vs...

- Bir ilk okul arkadaşım taa Pendiklerden geldi beni 5 dakika görmeye. Ay çok hoştu, beni görünce de gözleri doldu. Ne tuhaf bir his ya, ben böyle şeyleri ancak olay bittikten birkaç gün sonra idrak edebiliyorum. Biraz haksızlık oldu, sanki ben de ağlamalıymışım gibi hissettim ama tanıyorum ben kendimi, sulugözlülüğüm bile idraka bağlı. Mesela şimdi sorun, gözlerim parlar hemen Şennur deyince...

- Evimizden ayrılırken de üzülmem gerektiğini hissettim. Ama sadece his işte, denedim denedim bir türlü üzülemedim... O eve taşındığımızda üniversiteye yeni girmiştim, hem saçlarım filan daha gürdü, öyle kırk takla atmam gerekmiyordu şekle girsin diye. Ferhat ve Serdar o evdeydi hala, kimse evli değildi annem ve babamdan başka, ve evi dağıtmaya daha müsamalıydı annem. Ne diyeyim, bende evlere, döşemelere, balkonlara bağlanma hissi yok deme ki...

- Bir bilgisayar masanız yoksa, hadi onu geçtim, her hangi bir masanız yoksa, seyahatlerinizde asla ama asla yanınıza devasa bilgisayarınızı almayınız, bel ağrısı yapıyor... Bendeniz 10 gün boyunca, bir zigona yerleştirilmiş bir ekrana bakmak, ve yerde hali üzerinde oturmak suretiyle çeviri yapmaya çalıştım. Ben oturdum, ayaklarım kalktı, ben okudum ellerim kaçtı vallahi de...

- Ankaradan yakın arkadaşla İstanbulda buluşmak da matrak. Gerçi bizimkisi biraz kısa ve ani oldu ama olsun, yapamadığımız ama yapabileceklerimizi hayal etmek bile eğlenceliydi; gidemediğimiz deniz kıyısını, içemediğimiz biraları, denemediğimiz ayakkabıları düşünmek bana yetti.

Bu kadar mola yeter ay, bi dahaki molaya dek hoççakalın aligatörler

Hiç yorum yok: