11 Eylül 2008 Perşembe

GEÇMİŞE GÖZ KULAK OLMALI 26 OCAK 2008

Çağlacım televizyonda Hepsi 1'i izliyor. Bilenler için yapabileceğim birşey yok artık, ama bilmeyenleri uyarayım: çocuklarınızı, ve özellikle kızlarınızı Hepsi fırtınasından koruyunuz, kapı, pencere, göz kulak kapayınız, gerekirse yoga yaptırınız... Yeter ki bulaştırmayınız bebelerinizi bu dört kıza. Hayır, aslında pek bir gıcıklığım yok onlara karşı, ama dizilerinde öÖyle fena oynuyorlar ki, onlar adına utanıyorum kimi zaman. Kimbilir onlar kendilerini izlerken ne düşünüyorlar.

Annem salondaki televizyonda bilmem ki ne izlemekte. Çağlayı bizim odaya kışkışladığına göre yine epey gereksiz bir diziye bakıyordur. Babam ve kardeşim de, nasıl karar verdiler bir anda bilmiyorum ama, babaannemin vasiyet niyetine bıraktığı yüzlerce mektup ve fotoğrafa bakıyor. Sanırım Ferhat bir kısmını Almanyaya götürüp aile tarihimizle ilgili bilgi toplayacak. Of ya, neler var neler mektuplarda. 1927 yılına ait bir tanesi mesela; dedem tarafından nişanlısı babaanneme, hem de Türk harfleriyle yazılmış. Çok esprili, uzun ve sevgi dolu. Ben dedemi hiç tanımadım. Daha babamlar gençken vefat etmiş ne yazık ki... Çok merak ediyorum onu, ama açık renk teni ve muzip bakışları dışında hiç bir şey bilmiyorum hakkında. Derler ki, baba tarafımızın o espri sever hali hep dedem sayesindeymiş... Babaannemi ise 2001'de kaybettim. Çok hoş bir kadındı; uzun süre önce gözleri görmeyi, kulakları duymayı reddetmişti, ama o eline aldığı gazeteyi gözünün ucuna yaklaştırarak okumaya, televizyona kulaklık takarak seyredemediği şeyleri en azından dinlemeye çalışırdı. Bize hep okumamızı salık verirdi, ne bulursak okumamızı. Elimde okuyacak birşey (restoran broşürleri, faturalar, eski günlükler vs) olmadan tuvalete dahi gidememem belki de bu yüzden.

Mektuplar arasında bir sürpriz bekliyordu beni: 99 yılında Japonyadan babaanneme yazdığım bir mektup, o da ikinci sayfası sadece... taa oralardan herhangi birine mektup yazdığımı bile hatırlamıyorum oysa ki. ne güzel, babaannem kimbilir ne sevinmiştir. iyi ki kedi olalı bir fare tutmuşum da mektup atmayı akıl edebilmişim o her daim kendimi küçük hissettiğim Japonyadan...

Velhasılı kelam, kimse kazık çakmıyor bu dünyaya, ama böyle sonsuza dek yaşayacağını sanırken filan insan pek güzel şeyler yaratıp bırakıyor kazığını sökenlere... Diyeceğim şu ki, artık mektup yazmak zulüm olduysa, siz de e-postalarınızı saklayın biryerlerde. Torun torba okumazsa siz okursunuz arada.

Hiç yorum yok: