26 Ağustos 2008 Salı

BÜYÜK DE KONUŞMAMIŞTIM YA 26 mart 2007

Dilimizde iki buyuk imparator vardir bilirsiniz: biri Ibo, digeri Fatih Terim." dedi mikrofondaki adam. Ben dili din diye anladigimdan, dinde modernlesme budur iste, fakat o halife olmayacak miydi yav, dedim icimden. Sonra biiiir ikiii uuuuuc diye saymaya basladi adam. Cikiyor galiba dedim Kayaya. Yok, dedi, o cikarken vaan tuu triii diye anirir.


Evet arkadaslar, ben; yillardir konser-gosteri-sergi laflarini duyar duymaz bile iki geri bir ileri ilerleyen ben, sevgili kizimin ve oglumun yogun istek ve ziplamalarina karsi gelemeyerek Tunali alt gecitlerinin acilis torenine katilmis bulundum. Hem de sahneyi gorebilmek icin bir apartman gorevlisinin hanimi oldugunu soyleyen bir kadincagiz ile yanyana, o kavsakta yillardir bos duran arazinin duvarlarinin ustune cikarak, yetmedi cocuklarimi da cikartarak ve de van tu triyi beklerken yanimdaki hanimla cocugunun kalp rahatsizligini konusarak...


İbrahim Tatlisese oldum olasi ilgisizimdir. Kimi ayagindan vurdurmus, kimlerle ahbapmis, nerelerde lahmacuncu acmis, hep medyanin gozume gozume sokmasi sayesinde ogrenmisimdir. Bekar evinde kalirken ev arkadaslarim dinlerdi eski turkulerini, bir onlari begenirim, hatta bilsem sozlerini simdi cigirasim geldi diyebilirim. Fakat onun disinda zerre ilgilenmem. O aksam milletin imparatorunu gormeye gelmesine sahit olunca, lan ben bir seyler mi kaciriyorum yoksa dedim kendi kendime. Oyle bir sevgi yani...


Bizim asil amacimiz yapilan alt gecitlerden son bir sans varken yuruyerek gecmekti. Fekat oyle bir zamanlama ile gectik ki, tvdeki sarki yarismalarindan birini iki kez izlemis olan kizim, yaaaa -bu itiraz yaasi- anne bakalim konsere, hem sarki yarsimasindaki gibi olacaaak, dedi sahneyi uzaktan gorunce. 4u bir liraya simitlerimizi aldik, mantolarimizin onunu ilikledik ve sahneye dogru yurumeye basladik. İbodan once Melih Gokcek cikti sahneye. Konusmasi kisaydi ve Cankayalilarda su intibayi birakti zannimca; Adam niyeti bozmus, Cankayadan diyor, havaalanina diyor, durmadan gidecegiz diyor. Bir de ekliyor, bunun calismalarina basladik. Sanirim Cankayalilari havaalanindaki ilk ucakla Cine gondermek adamin yasama amaci...


İbo sahneye cikip bir sarki soyledikten sonra biz eve yollandik. Galiba bizimkileri acmadi arabesk turku sentezi. Evde pestilim cikmis halde gazeteleri okurken uyuyakalmisim, en son beni yataga goturmek isteyen Kayaya tersleniyordum. Fakat sabah yataktaydim, nasil basardi bilmirem. O gece sukur ki İbo ruyama girmedi, van kendil tu kendil tri kendil demedi, cikofte yogurmadi da kac gunun yorgunlugunu firlatip atabildim yatagima.

TINKER BELL'İN OLAYIM 20 mart 2007

Bundan bir iki ay once Dostta sahane bir kitap gordum; kalin ve albenili cildiyle kocaman bir Peter Pan. Daha once Peter kardesin bu kadar uzun bir hikayesi oldugunu bilmiyordum, zira kitap 100 sayfa ve eee nasil derler, "kuse kagida" ozene bezene basilmis. Tahmin edersiniz ki benim icin Dost gibi bir kitapcinin atmosferinde boylesine guzel bir kitabin sergilenmesi kadar cekici bir tuzak olamaz... Her neyse, kitap eninde sonunda layik oldugu yeri boyladi ve benimle birlikte eve dogru attaya cikti.

Sevgili Peter Pan ve maiyetindekileri uzun sure evdekilerden gizledim. Cocuklardan sakladim cunku kuse kagit daha zevkle yirtilirdi, Kayadan sakladim cunku fiyatini gorunce kagidi birakir beni yirtardi. Neyse ki kendimi ve kitabimi guvende hissettigim birgun bizimkileri gercek Peterle tanistirmaya karar verdim.

Kitap okuma rituelimiz su sekildedir: Yatmadan once cocuklara birer kitap secmeleri soylenir ve cocuklar inatla ellerinde birer dergi ile yataga gelirler. Ne var bunda demeyin; Sinan Orumcek Adam olmami ister, Cagla ise Barbie. Ben mi? Ben o sirada Ozlem Anne olmaktan bile fazlasiyla bikmisim... Her neyse, okudugum bir kitap bile olsa eninde sonunda bir cocuk kitabi, hemencecik bitiyor ve ben bu sayede gunluk duamda ailem, es dostum ve sevdiklerim disinda, kisa cocuk hikayeleri yazabilen o guzide insanlari da unutmuyorum.

Nihayet Peter Pani okumaya karar vermistim di mi? Evet, fakat once cocuklari okuyacagim kitabin cok onemli ve degerli olduguna dair uyarmam gerekiyordu. Neme lazim, annnee bak bu yapraklar giymis adami puzzle yaptiim, diyen bir ciglik duymak istemiyordum. Onlara, cok guzel bir kitap aldigimi, kitabin o eskiden beri evimizde olan ve her tarafinda dis, makas, dogal asinma izleri olan kisa Peter Pandan cok farkli oldugunu filan anlattim. Hayret ki beni anladilar ve bir guzel yataga oturup kitabimizin ilk sayfasini actim...

Cocuklarin kitap okunurkenki ifadeleri beni olduruyor. Cagla genellikle benim okumama takiliyor; yuzumun girdigi sekiller veya mesela bir domuzu nasil seslendirdigim sanki kitabin iceriginden daha onemliymis gibi geliyor. Bu da bazen beni heyecanlandiriyor haliyle. Sinansa hem acayip bir dikkatle, hem de surekli okumami bolerek dinliyor -dinlemeye calisiyor diyeyim-. Bir sayfada net on soru soruyor inanin. Olsun ama ikisi de benim, yani Barbie olamayacak kadar kisa boylu, Orumcek Adamliga soyunamayacak kadar celimsiz olan annelerinin onlara kitap okumasindan acayip haz aliyorlar.

Peter Panimizi her aksam 4-5 sayfa olmak uzere okumaya devam ediyoruz. Bizimkiler bu uzun kitap isini cok cok sevdiler...

Ben de dusunuyorum; heyhat, su dunyada bir cocuga kitap okumak, onun beyninin icine kendi sesinle girmek, ne anladigini tahmin etmeye calismak, hayal dunyasinda nerelere uctugunu dusunmek kadar tatmin edici bir duygu yok. Okuyun abiler ablalar, benim onun demeyin, gordugunuz cocuga kitap okuyun. Bu ne lan boyle, kapa su kitabi bozma asabimi diyenine rastlamadim. Ustelik bir kez bile kendi icin kitap okunmamis bir cocugun dunyasindaki eksiklik hic birseyle giderilemez. Zannimca.

ÇOCUKLUK HAYALLERİ 20 mart 2007

Googleda Kate Bock adini aradim, karsima Kanadali bir model cikti. Oysa ki ben, benim yaslarimda, bebek yuzlu, az simarik bakisli bir Kate Bock ariyordum. Bu yasta model mi olunur lan, dedim kendi kendime. Sonra bir de ya doktor ya da iste biyolog bir Kate Bock buldum. Benim tanidigim Kate Bock tipla ilginemeyecek kadar laylaylom biriydi gerci ama iste, bu yasta ve 1.60 boyla model olamayacagina gore herhalde dondu dondu biyolog oldu sonunda...

Kate Bock benim 80 yillardaki ilk ve tek Kanadali mektup arkadasimdi. Bugun, hic sebep yokken ve tam da elektrik supurgesi amma ses cikariyor diye dusunurken ismi ve cismi aklima geliverdi. Once ismi geldi gerci, cismini hatirlamam icin supurgeyi kapatmam gerekti. Ne alaka, ama ise yariyor valla. Kate kardesimle bir dergi araciligi ile arkadas olmustuk. Onun haberi yok ama soyadi ile az dalga gecmedik, Turkce okunusunun b.ktan oldugunu bilse bir Turku secer miydi acaba mektuplasmak icin... Her neyse, onunla herhlade 2 yil boyunca ve de heyecanla, zevkle yazismistik. Yani ben cok heyecanlanirdim, zira o zamanlar birakin Kanadayi, İstanbul bile dunyanin obur ucu gibi geliyordu. Bana o guzel el yazisi ile okul hayatini, okuldan sonra yaptigi abuk sabuk faaliyetleri anlatirdi da anlatirdi. Ben de ona yetisecegim diye uydururdum da uydururdum. Cunku Botasta yasiyordum. Adanada, hayir hayir Adana bile degil, Adanaya bir saate mesafede deniz kiyisinda, tipki yazlik yerler gibi kisin inin cinin futbol maci yaptigi bir yerde biz cocuklarin yaptigi en ekstra sey ayda bir yeni bri filmin geldigi sinemaya gitmekti. Onun disinda canimiz epey bir sıkılır ve annemiz tarafindan "seni kocaya vermeli" dalgalarina maruz birakilirdik. Tv yok, oyuncak hak getire, okulda eglendin eglendin, yoksa seni kitaplarla ve radyoyla basbasa birakirlardi. Aslinda Botasin simdiki bana ve mesela okuma aliskanligima, "dogal"a duskunlugume ve baska bir suru seye acayip katkisi olmustur ve olacaktir da. Ve hatta simdi diyorum ki iyi ki ve iyi ki orada yasamisim, tum o issizligina karsin cok hos ve ozel bir havasi oldugunu yadsiyamam. Her neyse iste ben boyle ev koselerinde sıkılıp dururken bizim Kate okul sonrasi yuzmeye gider, oradan oyuncakciya ugrayip ruyalarima giren oyuncaklari posetine atar ve evde renkli televizyonundan cizgi film izlerdi. E haliyle ben de cevaben Botastaki tiyatrodan, ufak bakkalinda satilan Barbielerden ve oynamak icin siraya girmis arkadaslarimdan bahsederdim. Maksat ulkeyi tanitmak degil mi, at atabildigince...

Siz yine de Botasi kotu bilmeyin, bak simdi bahsedince ozledim. Yillarca oraya tekrar gitme hayalleri kurmus fakat ucan hamam boceklerinden korktugum icin fazla da desmemistim. Gecen yil bir sekilde gitme firsatim oldu, hem de cocuklarla. Ay insan yillardir gormedigi ve aslinda cok da sevdigi, icinde kalmis bir yeri nasil da hic unutmuyor. Her bir santimine ayak basmisim da haberim yokmus, adimlarim "ani...hatira..." diye ses cikariyordu valla. Gerci agaclar disinda degisen pek bir sey yoktu simdi Allah var, fakat hayallerim gercek olmustu; vallahi de billahi de o kucuk bakkalda oyuncak satiliyordu.

Yukarida Botasin son hali var bakmak isteyene, ne guzel gorunuyor di mi?

Hey Kate biyologu, simdi gel de gor beni...

MARTTA KEDİLER 16 mart 2007

Japon kedilerinin kuyruklari kisadir.

Yukarida resmini gordugunuz Pashanin da kugrugu kisaydi. Sanki biri gece gelmis de kedi uyurken makasla kesmis gibi gorunudu kuyrugu. Ama yine de guzeldi. Tipki Japon olan bir cok sey gibi...

Dalgaci davut İbo arkadasimla Narita havaalanina ayak bastigimizda yaklasik 18 saat icinde birbirimizi yedigimiz ucaktan yeni inmistik. Sadece bizi, sirada bekleyen binlerce insani degil ama sadece ikimizi ozenle secip havalani polis merkezine goturmuslerdi. Sormayin sebebini, bilseydim oyle mal mal bakmazdim polislerin yuzune. İbo cok sinirlenmisti de ben aa su Kanji naisl okunuyordu yaa gibi cok gerekli bilgileri tazeleyerek etrafimi izlemistim. Oradan ciktigimizda hala o Kanjinin okunusunu bulamamistim ama olsun, karnimiz acti ve ilk kez gorecegimiz bir Japon arkadas bizi restorana goturecekti. İste benim Japonyadaki ilk gunum boyle baslamisti.

...... Tam 37 gun sonra.....

NArita havaalani hic degismemis, hala kalabalik, hala karisik ve ben hala Kanji okunuslarina takilmisim. BU kez mecburum cunku yanimda Ibo yok, iki koca bavulum ve iki kucuk el cantam var ve nereden siraya girecegimi o bir turlu okuyamadigim Kanjiler gosterecek. Bir sekilde yeri buluyorum, zar zor siraya giriyorum ve onumdeki 50 kisiyi ayagim zonklaya zonklaya -ayakkabim cok dar-, tek gozumle -bir gozume kan oturmustu- bekliyorum. Sira nihayet bana gelince gorevli dur diyor. Dur sen gidemezsin. Haydaaa, bu ulkeye girmek de buradan cikmak da ne kadar zor benim icin... Neden gidemez misim efendi? Havaalani vergisini odememissin, ayrica bana efendi deme. Ama..ama ben bilet parasiyla onu da odemistim bayim. Hayir odememissin, bak burada yaziyor, hem lutfen bana bayim da demeyiver. Sen bak ona, orasi bin tane Kanji dolu kolay mi okumak... Her neyse, ode bakiim 15 dolari. Dur bakiim ne kadar cikacak, aa sadece 5 dolarim var, olur mu? Tabi ki olmaz dalga mi geciyorsun, yok mu yen men? Hayir Turk Lirasi var olmaz mi? Hahahaha... Neyse neyse, simdi ben senin yerine vereyim ama Istanbula inince mutlaka havayollarina git ve 10 dolari ode e mi? Hehe, tamam abicim amcacim beyfendi sensei...

Ucaga biniyorum nihayetinde. Ucakta yemek icecek hak getire, hostesler mi unuttu derken bir iki saat sonra Kuala Lumpura iniyoruz. Elimde olsa indirmeyecegim ucagi, lan karnim ac benim, Kuala Lumpur havaalaninda 6 saat bekleyecegiz, ben olurum valla. Ama yok, aksak ayagimla birlikte iniyoruz dev havaalanina. Aman ne guzel bir yer burasi, kendi icinde rayli sistemi var, oradadan oraya gezip duruyorsun karin gurultusu ile. O zamanlar kredi karti da hak getire -tabi ben 50li yillarda gittim ya-, bir sure o raydan obur raya atlayip durduktan sonra artik cevredekilerin karin bolgemden gelen seslerden rahatsiz olacagini dusundugumden Japonyadan aldigim ve sirt cantama attigim degisik boyutlardaki konservelerden birini acayim dedim. Aslinda hic acasim da yoktu hani, ben onlari buradaki arkadaslarima tattiracaktim... Neyse birini actim ve bir guzel yedim, tabi guzellik goreceli bir kavram. Catal kasik yoklugundan konserve icindekini ellerimle yemem sadece bana guzel gelmis olabilir ama yedikten sonra tuvalette elimi agzimi yikadim valla. Hatta su bile ictim, temizlik yapan kadinlarin aman oradan icme kirli buranin sulari demelerine aldirmadan. Onlar yedigim seyi duysalardi sularina laf ederler miydi acaba... Bos konserve kutusunu atmadan once bir bakayim yedigim su lezzeli sey de neymis dedim. Keske demeseydim, cunku yeme konusundaki iflah olmaz ilgime ve acikgoruslulugume ragmen size su tavsiyede bulunabilirim, gunun birinde ac bilac havaalanlarinda kalirsiniz, elinizde de sadece bir konserve vardir, aman ha acmadan once bakin bakalim icindeki at eti olmasin. Yani lezzetli miydi hem de nasil, doyurdu mu eh soyle boyle ama bana kurbaga bacagi yedin deselerdi bu kadar sasirmazdim. At eti yaa, digidik digidik ahh bacagimi yediler...

Kuala Lumpurdan sonra durdugumuz yerde de, ve hatta Ataturk havaalaninda da bir suru ilginc sey yasadim. Oyle ki ucaktan inince yeri opmeme az kalmisti. Ama bu kadar iste.

Japonyadaki ilk gunum ve son gunum arasinda da bir suru abuk sabuk, eglenceli, sinir bozucu, ilginc sey geldi basima. Ama bunlari bos verin unuttum gitti, sadece yediklerim aklimda, bir de 100 yen dukkanlari, Tokyonun hayret verici mimarisi, okudugum ve okuyamadigim Kanjiler, kiraz cicekleri -harbi guzellerdi-, temiz sokaklar, vs vs...

Ama en cok yagmur sonrasi toprak kokusu... Bu koku beni 7 yildir birakmiyor... Her yil mart ayinda yagmur yagmaya gorsun, saskin ben ve benden saskin Japonlar el salliyorlar bana dogudan bir yerlerden.

Kisa kuyurk Pasha ne yapar acaba?..

KAR KAR KAR, CANIM GÜZEL KAR 14 mart 2007

Yok yok ben evimin hanimi olamayacagim galiba.

Sabahtan beri hanim hanim pazarima gittim, evin eksiklerini aldim manavdan, evi toparladim -inanmayacaksiniz ama supurgeyi acip 5 dakikada yerleri bile temizledim-, yani her seyi derli toplu yaptim ve oturup saate baktim; oglen bile olmamisti... Eee, sonra ne yapacagim. Su saate kadar bilgisayarin basinda e-postalarimi duzenleyip abuk sabuk sayfalara girdim ama yok iste buraya kadarmis tatilim... Canim sıkıldı.

Demek ki o kadar soylenmeme ragmen ceviri beni epey oyaliyormus. Ceviri yaptigim gunler zamani durdurabilene askolsun yahu. Himm, guzeeel...

Bu arada, arkadaslarimdan birinin bana zorla sattigi bir bez var, cam bezi. Gulmeyin hemen, o da farkinda benim cam bezi alacak son kisi oldugumun fakat satabildi iste, nasil oldu bilmiyorum deli gibi bir paraya aldim sevgili cam gibi bezimi. Aldim ve eve geldim. Bir sure birbirimize baktik melul melul. Tozlarin evde dans ettigi bir gun, e kullanayim bari dedim, yaziktir cebimden eksilen paraya. O da ne, bu bez bir mucize, vallahi de gozle gorulur bir mucize. Ben tabi ki cam silmedim once, cunku hayatimdeki ilk ve tek cam silme deneyimimde camlarim cok saglam bez cizgisine kavusmustu ve tovbe ustune tovbe etmistim bir daha asla camlara 2 metreden fazla yaklasmamaya. O yuzden ince mavi ve pahali bezimi toz almakta kullandim ilk olarak. Aman aman nasil anlatayim size, oyle buyulendim ki temizliginden, simdi tum eski bloglarimdaki yazilarima inat iki gunde bir islativeriyorum bezi, siliveriyorum televizyonumu sehpami daha ustune zerre toz yokken, ooh degmeyin keyfime. Derkeen, bir gun salonda bos bos oturmus arka bahcemizi gozetlerken camlarin az biraz kirlendigini fark ettim. BU temzilik hastaligi boyle basliyor sanirim. 6 yillik evliligimde camlarimin gordugu en iyi temizlik 2 mevsim ara ile oluyordu, fakat iste bez bu abicim insani bir anda titiz yapabiliyor. Her neyse, islattim azicik bezi, ufak olan bir camda denedim. Olay su, bezi cama suruyorsun ve bekliyorsun, yani kurulamak, parlatmak filan yok. 2 dakika sonra gozler pencereden disari firlayacakti cunku silerken cami dusurdugumu zannettim bir an. Oyle temiz oyle parlak oldu ki... Ben tabi hizimi alamadim, evde cam ayna ne varsa sildim de sildim. Yani diyecegim o ki, benim gibi temizligi ogleden once bitirip ogleden sonra sıkılmak isteyen varsa, bu bez tam onlara gore. Soylemeden edemedim...

Himm, simdi bu blog da bitiyor, ben naapsam ki... Disari cikmak istemiyorum, hava soguk ve aaa kar yagiyor. Mediaplayerdaki radyodan bir Japon kanali buldum, cayimi yudumlayip onu dinliyorum. Dur biraz da Yokohamaya bakayim googleda.

Kar durdu...

SELAM MİLLET 12 mart 2007

Bu haftami tatil ilan etim kendime, kafa tatili bir anlamda. Kaya arkadasindan emanet bir scanner getirdi eve ve gecen haftam evde ne kadar foto varsa taramakla gecti. Oyle ki, scannerin geldigi gunku heyecanim simdi sabirsizliga donustu. Ay insan neden bu kadar cok fotograf ceker, manyak miymisim neyim. Neyse ki az kaldi da bugun yarin biter.

Calimayan bir insanim ya, boyle arada sirada kendi kendime tatiller filan ilan etmem cok komik geliyor bana, eminim cok kisiye de geliyordur. Benim bu hafta ilan ettigim tatilden anladigim su olacak arkadaslar: evimle ilgilenecegim, blog yazacagim, kitap okuyacagim ve tv izleyecegim. Ha bir de mail yazayim diyorum bir kac kisiye, soyle yaylana yaylana mail yazmayali yil olacak neredeyse.

Ben su blog olayindan neden sogudugumu anladim vallahi de. Bu sayfaya baslarkenki amacim, gecen gunlerimin unutulmadan kayit edilmesiydi temelde. Ama sonra isi guzel yazmaya, guzel yazamayacaksam hic yazmamaya vardirdim ve iste kasti biraz bu amacla yazmak. Simdi kafamin esitigince yazacagim, guzel cirkin ne fark eder di mi?

Son haftalarda cocuklari krse biraktiktan sonra arabayi Bahcelide birakip Ankaray ile Kizilaya gidiyor, oradan da eve yuruyorum. Aslina bakarsaniz sabahin o saati ayaklarimdan kufur yemiyorum degil, ne zorun var altinda araba sen ray koselerinde ilerliyorsun diyorlar bana, ama bu seytanin ele gecirdigi ayaklarimi bir sekilde susturmam gerekiyordu. Son zamanlarda cok hareketsiz kaldim ve kendimi acayip hantal hissediyorum. Bir ara Pilates mi yapsam diye dusundum ama bu pilates dedikleri sanirsam oyle evde kendi basina yapilacak bir sey degil. Simdi kim kalkacak da gidecek spor salonuna, dermisim...

Gecen hafta bahsettigim gibi ceviri icin hocanin yanina gittim. Genel anlamda olumlu gecti gorusmemiz, fakat ben kendime kil oldum. Oyle kasmisim ki kendimi, adamin yanindan ayrilip Kizilaya dogru yururken bile omuzlarimin kasikligi gecmedi. Neden ezilip buzuluyorum ki boyle? Biliyorum aslinda, taa cocukluga dayanan bir korku. Bana hoca demeyin, aninda hazir ola gecebilirim. Her neyse, iyi gecti sonucta, ben de iste bu haftayi tatil ilan ettim kendime.

8 Martta kadinlar gunumu kutlayan tek kisi oldu: oglusum Sinan. Fakat o da anneler gunun kutlu olsun, diye kutladi. Olsun, sabahin o saatinde kucuk bir cocuktan duyabilecegim en guzel sozlerdi valla.

Her neyse sekerler bugunluk bu kadar...

ABLA BOYYİM Mİ? 5 mart 2007

Cok uzun zamandir blog yazarken vicdan azabi duyuyorum. Vallahi de oyle... Sirf blog yazmak mi, yeri geldiginde disari alisverisini yapmak, televizyon izlemek ve hatta ev icin cok muhim olan yemek yapmak bile insanda vicdana azabi yaratabiliyor. Boylesine siradan isleri telasla yapmak da bunyeye zarar, yaptigin hic bir sey dogru duzgun olmuyor, ne sakal ne biyik hic birseyi layigi ile yapamiyorsun. Vicdanimin boyle hoplamasi da bir turlu bitmek bilmeyen Japonca kitap cevirisi yuzunden. Kendi kendime kiziyorum; zira cok da acelem yok, pesimden atli yaya kimse kosturmuyor, sadece ve sadece sahsi sorumluluk yuzunden hayatimi hep telasla geciriyorum. Aksamlari uzerime coreklenen yorgunluga kufrediyorum, takip etmezsem olmaz dizileri yayinladigi icin cnbceye kiziyorum, evin iki gunde bir bez gerektiren tozlanmasina asabim bozuluyor, agzimin suyunu akita akita baktigim kendimi okumamakla cezalandirdigim onca kitabi basanlari siddetle kiniyorum... Ama bitmiyor abi su ceviri, tam 250 kusur sayfa, hem de Japonca, biter mi sip diye...

Tum bunlar yuzunden yazdigim bloglar hep ozensiz oluyor. Daha neler neler varken aklimda, hep en kisasini ve basitini yaziyorum. Biraksam kendimi sayfalar doseyecegim. Aman ne bileyim belki de bu ceviri benim icin tutundugum ince uzun bir dal. Belki de yapmak zorunda oldugum ve itiraf edeyim pek de hoslanmadigim bir cok seyden kacis. Herkes gibi ben de ise yaramak istiyorum, sevdigim bir seyleri yaparak kendimi korumak istiyorum. Bu bugun ceviri, cunku universitede derslerin ilk basladigi gunden beri Japoncayi cok sevdim, hala da sevgim tukenmedi. Bu dili yaratmis insanlari sevmeyip de Japoncayi, kulturunu, mimarisini, el sanatlarini bu kadar sevmem de tezatin Allahi. Ama cok sorgulamiyorum, sonucta insan sevmek dunyanin en zor isi.

Dil okumasaydim ve okudugum dili bu kadar sevmeseydim mutlaka baska bir seye tutunacaktim. Su halimle bile el atmak istedigim bir kac sey var ve eminim ki 70-80 de olsam bir gun parmak ucumla da olsa degecegim onlara. Ilki marangozluk. Evdeki eksik mobilyalarin da bu hayalde payi yok degil tabi ama o sakar ellerimle yaptigim masalari, askiliklari dusundukce icim hos oluyor. Bu isler boyledir ya, once hayal edersin, sonra dur bakiim ya bi deneyeyim dersin ve iste, bir bakmissin elinde yamuk bir sehpa... Olsun yamuk mamuk ben yaptim nabeer?

Bir ara, cocuklar cok minikken yemek yapmaya takmistim. Daha Caglaya hamileyken ofisteki bilgisayarim netten indirdigim yemek tarifleri ve yeme icme tarihi ile ilgili binbir turlu sayfa ile doluydu. Bir cok malzemenin ve pisirme yonteminin İngilizcesini yalayip yutmustum, dunyaca unlu seflerin makalelerini ezberlemistim. Cagla dogduktan sonra 2 aylik bir yemek kursuna gitmisligim bile var hani. Bir ara evden yemek yapmak uzere bir kadinla elele verip fotokopi ilanlar bile hazirlayip ise girismistik fakat ilanlardan vermek uzere potansiyel musterinin evini ziyaret ettikten sonra ortagim bir daha beni aramadi. Hos arasa da bir sey olmayacakti cunku aslinda kendimi 2 ve 1 yaslarindaki iki kucuk bebe ile bir elimde biberon oburu tenceredeki yemegi karistirirken hayal edemiyordum. O da bir kacisti iste, bir ise yarama istegi. Aslinda feci halde yanildigim bir nokta vardi; iki cocuk dogurduktan hemen sonra yapilacak en guzel ve faydali sey onlarla ilgilenmekti. Bu acidan bakilirsa simdiki kaicisim daha mantikli. Zira cocular kreste, ben evdeyim. Kitap Japonca ve sozluk yaninda. Yani ya calis adam gibi 9-5 ya da cevir iste gozlerini boza boza...

Neyse simdi Ulusa gitmeliyim. Evde bir kac kapkacak eksik, gidesim pek yok ama uykum var, ceviri yaparken gozum kapaniyor. Yarin da bu cevirilerimi kontrol eden hocanin yanina ugrayacagim, bana sans dileyin de adamin yanindan yuzumde guller acarak cikayim...

NEREDESİN AYAK KOKİDİ? 1 mart 2007

Onu 3 yildir gormuyorum. Bu en uzun ayriliklarimizdan biri ve ben galiba cok cok uzakta olmasini, ha deyince yanimda bitemeyecegini kafama taktigim icin haftalardir ruyamda goruyorum onu...

34 yil once -35 de olur- Almanyada bir hastanede 10 gun arayla iki kiz cocugu dogdu. Babalari okuldan arkadasti, anneleri de cok sikifikiydi. O zamanlar ultrason deseniz hoo? diye bir sesi cevap olarak kabul edebilirdiniz ve bu yuzden bebek bekleyen anne babalar simdikinden daha bir heyecanli gecirirlerdi o dokuz ayi. Ilk dogan cocuk kiz olmustu, mavi gozlu sapsari bisey. Ikincinin babasi, hahayyt demisti, Bubshi bak benimki oglan olacak gorursun. 10 gun sonra ikinci dogdu; kumral, yesil gozlu bir kiz. Gulme sirasi ilkinin babasina gelmisti; ne dediin duyamadim seni Bubi? O gunlerde neye gulduler bilinmez ama Bubi ile Bubshinin kizlari dogumlarindan simdiye kadar birbirleri icin hep dost oldular, kardes gibi dost, ikiz gibi dost, "bir omur boyu" gibi dost.

Simdi benim sevgili mavi gozlu arkadasim Amerikada, ben evlenmeden hemen once oraya yerlesti. Benim Kaya ile evlendigim gun ne kadar mutlu oldugumu goremedi, Caglayi kucagima aldigim gunku heyecanima tanik olamadi, sac rengimi degistirdigimde yorum yapamadi, cocuklara bagirdigimda beni sakinlestiremedi, canimin sıkkın oldugu gunler bir cay icmeye gelemedi.

Ben de onun sevgili bebeklerinin dogumlarinda yaninda olamadim, olmayi birakin son iki numarayi goremedim bile -2 kizi bir oglu var-, onun Amerikalarda yasadigi sorunlarin bir tanesine bile ilac olamadim, evinde pisen yemekleri tadamadim, tirnaklarina ne renk oje surdugunu goremedim.

Onunla nerede ne yapiyor olursak olalim kikir kikir gulmeyi ozledim. Annesi eline para tutusturup kasaba gonderdiginde danalik kiyma istemesini ve eve eli bos donmemizi ozluyorum. Otobuste karsilikli oturdugumuzda birbirimize bakmamaya calismamizi, bakinca da ilk durakta inecek kadar gulmemizi ozluyorum. Insanlarin yuzleri degil de ayaklari hakkinda yorumlar yapmayi, kendi ayaklarimiza degisik ruh hallerini yansitan sekiller vermeyi ozluyorum -yazik ayak, kizgin ayak, vs.-. Ozluyorum da ozluyorum...

Tum bunlar yuzunden onu ruyalarimda goruyorum, buraya geliyor aniden, annesinin yanina tatile. Sevincten ruyamda kahkahalar atiyorum, sonra bir uyaniyorum ki sahiden de guluyorum. Gulus gercek, gelmesi ruyalara kalmis...

Bu bir arkadasa duyulan ozlemin blogudur.

Seda, seni cok ozlediiim.

DİKKAT ROBOTLAR GELİYOR 25 şubat 2007

"Donma gunu icin hazirlanmaliyiz" demistim Secile.

"Ne yapabiliriz? diye sormustu ve uzun sure neler yapilabilecegini konusmustuk. Tek hatirladigim somineli bir eve yerlesmenin bir nebze mantikli olduguydu. Baska bir suru cozum de bulmustuk ama tum bunlari gecen sene konustugumuzdan simdi aklimda pek bir sey kalmadi. Ya da soyle; o filmi izledikten sonra olaylar o kadar hizli seyir degistirdi ki o zaman bulunan tum cozumleri simdi top edip cop tenekesine attik...

The Day After Tomorrow filmini ilk izledigimde, ki bu yukarida belirttigim gibi gecen sene, yani epey gec olmustu, dehsete dusmustum anlayacaginiz. Benden daha once izleyenlerin neden bana bu donma gunu ile ilgili hicbir sey soylemediklerini merak ettim, veya neden azicik da olsa korkmadiklarini... Cunku o filmden sonra hayatima endise edebilecegim cok onemli bir konu daha girmisti, gerci iste bir sure unuttum gitti ama simdilerde milletin dilinde pelesenk olmasindan dolayi kabus geri geldi ya, bu sefer konumuz donma, donmaya karsi somine yakma, dunyanin neresinin oldugunu bilmedigim bir yerlerine gocme degil, tam tersi isinma, gunesin daha fazla gorunmesi degil ama daha cok isitmasi, kuruma ve bizleri de kurutmasi gibi sicak konular.

Her gun abuk sabuk seyler okuyorum ve bu gidisle kendime gazete okuma yasagi getirmem gerekecek, veya daha kisasi azicik siyirayim olsun bitsin.

Cok kucukken beni aylarca sarsan bir ruya gormustum; o zamanlar yasadigimiz deniz kiyisinda, ki hafif tepelik vardir denizden sonra, denizden kiyiya cikan dev robotlar gormustum. Bizler, o tepelerin yukarisindan uzerimize gelen korkunc robotlari seyrediyorduk, ta ki kocaman kocaman dalgalarin da robotlarin pesine takildigini gorene dek. Olabilecek en yuksek yerdeydik ve orasi da yeterince yuksek degildi filan... Hala o ruyayi hatirladikca tuylerim isyan eder, yuksege daha yuksege diye bagirisirlar. İste simdi de hissettiklerim buna benzer. Bir bakima ruyadaki caresizilik gercek hayatimda beni buldu.

Bugun gazetede -evet tamam okumamaliydim...- Gisele .... diye bir mankenin kuresel isinmaya bagli bir canli turunun yokolmasini engellemek icin yurutulen bir kampanyada yer alarak dunya capinda satilacak bir marka terligin reklam yuzu oldugunu okudum, yuzu degil de ayaklaridir o halti yiyen ya neyse... Iste o markanin Turkiyedeki temsilcisi de diyor ki; "bu konuyu ne kadar tanitsak iyidir, gerekirse Giseleyi ozel ucakla buraya getirtecegiz" Lan salak, kuresele isinma dedikleri seyin bir nedeni de boyle abuk sabuk ucaklarin bir yerden bir yere gitmesi zaten, millet mevcut ucak seferlerine care bulmaya calisiyor, sen gitmis tek kisi icin, ustelik isinmaya dikkat ceksin diye ozel ucak kaldiriyorsun.

Boyle cok garip seyler var; mesela agac dikmenin her anlamda dogayi korudugu zannedilir, aslinda agaci dikip bir omur orada tutmayi becerirsen yine faydasi oluyor ama o agac kesildiginde veya yine eceliyle oldugunde icindeki karbonmonoksit havaya karisiyor ve yine kirleniyor hava. Yani en dogru bildigimiz sey bile yanlis cikabiliyor. Bir de Amerikada bir grup var, kac kisiler bilmiyorum bilmek de istemiyorum uzulmemek icin, bunlar sadece kendi bolgelerinde uretilen seylerle yasamlarini surduruyorlar, nakliyenin getirdigi hava-kara-deniz kirliligini onlemek adina. Dusunsenize, o bolgede mesela muz uretilmiyorsa agizlarina muz surmuyorlar filan.

Keske bir mucize olsa, ne bileyim her seyi silip supuren bir mucize, butun bu tezleri, yok efendim 10 yil sonra siz nah gorursunuz temiz suyu yagmuru diyenleri utandiracak sekilsiz bir mucize de tum o bilimadamlari da yanildiklari icin gobekler atsa...
Tags: | Edit Tags



Sunday February 25, 2007 - 01:50pm (EST) Edit | Delete | Permanent Link | 1 Comment

BU DA TUZU BİBERİ 14 şubat 2007

Bugun yazasim var anlasilan, e yazayim kime ne zarar...

Kac gecedir yatagima yattigimda kuracak hayal bulamiyorum ve sacma sapan seyler aklima geliyor. Mesela kac gecedir "salt" kelimesine takmis durumdayim. Ne kotu bir kelime di mi salt? Sadece degil, yalnizca degil, bir tek degil ama neden salt der insanlar? Gerci yazi dili disinda kullanildigina pek sahit olmadim ama olmasin abi, yazi dilinde de olmasin, bu kelime cikarilsin sozlukten. Ne o oyle, SALT, kalk lan der gibi, kalk da sallanma.

Boyle sinir oldugum baska kelimeler de var, ve hatta ifadeler. Mesela "ne demek istedigini anlamiyorum" ifadesi. Ya sadece "ne dedin?" diye sor ya da "ho?" falan de. Oyle hem kibar olmaya calisip hem de hata konusandaymis gibi "bak ben zekiyim ama sen anlatamiyorsun" triplerine girmek de ne... Hayır uykularim bolunuyor bunlari dusunup, o bakimdan.

Bir de Ayse Armanin cok sey bilirmis gibi yazi sonlarina ekledigi "Hamis" kelimesi var ki, iyyy ifrit oluyorum. Kadinin yazdiklari ilgimi cekiyor, her ne kadar iceriginden boo gelse de, ama o sondaki "ben farkliyim" hamisi yok mu, ayh, hic bir sey icin degil ama bu yuzden birakabilirim okumayi o yazilari...

"Hayata karsi durus" ifadesi de bir diger nefret edilesilerden. Ne durusu, nerede duruyorsun, oradan otobus gecmiyor diyesim geliyor. Tek bir durus bilirim, esas durus, onu da cocuklugumun siyah beyaz tvsinde askerlerle karsilikli yaptigimiz icin...

"Bogur" kelimesi de acayip icimi gidiklar. Bogrun nerede deseler ne diyecegim hem? Tip dilindeki "oyku"lerden, yine "plasebo" etkisinden, "engizisyon" kelimesinden, "yuregin paramparca" olmasından filan hic anlamam, anlayana da sooyle bir bakarim ve giderim...

AKLINI OKUYORUM 14 şubat 2007

Universite birinci sinifta, yani aslinda dana kadar olup da hala toylugun atilamadigi o anlamsiz yilda, basima gelebilecek en salakca seylerden biri ile karsilasmistim. Limon dergisi sagolsun, o yil Ankaradaki Lemanseverleri bulusturmayi dusunmus ve okur mektuplari kosesini kullanarak birbirinizle iritibata gecin demisti. Bendeniz o yillarda kimse ile layigiyla kaynasamama problemi yasamakta oldugumdan, isin hiziyla teklifin uzerine atladim ve payima dusen Baris isimli biriyle Tenedos kafede bulusma ayarladim. Baris benden 4-5 yas buyuktu ve bu yas farkini olabildigince acimazsiz bir sekilde uzerimde kullanmaya and icmisti. Daha caylarimiz yeni gelmisken filan, basladi bu konusmaya; insan okumaliymis, hele ki universiteliysen bin kat daha fazla okumaliymissin, oyle Limonla domatesle olacak is degilmis, kalin kalin, zor zor kitaplari, raki sisesi devirir gibi devirmeliymissin. Benden bir kac kem kum cikti, vallahi cikmasa daha hayirli olacakti kesin, cunku Baris costu da costu. SEN, dedi bana, NE OKUYORSUN??? Off, o sirada ortaya karisik Hegel-Marks-Freud okuyor olsam bile boyle hasin bir ifadeye nasil cevap verilir... Ki, bakmayin siz bana, su yukaridaki uc yazari da ancak simdilerde ogrendim, ogrendim dedigim, nasil yazildiklari filan, yoksa hala kitaplarinin kapagini acmisligim yoktur... Her neyse, bu Baris denilen savasci ruhlu arkadas beni o guzelim Tenedosta yerin dibine soktu 2 saatin sonunda. Sen ne saniyorsun ki kendini, dedigini hatirliyorum. Eger cevap verebilecek kudret olsaydi bende, ben bir zavalliyim iste ne olacak derdim buyuk ihtimal. Ama onu bile diyemedim arkadaslar, yani onu desem belki bir nebze kurtarirdim kendimi, fakat ben sadece sustum ve boyunumu bukup yurda dondum. Yurtta, kendimi yataga atmis hickirarak aglarken, ulkemizin cesitli kasabalarindan, kucuk sehirlerinden gelmis, cok tatli ve fakat kulturel birikim bakimindan "zavalli" benden bile daha diplerde olan arkadaslarim beni teselli ediyorlardi. Muhtemelen daha sorunun ne oldugunu bile anlamamislardi. Kendimi oyle bilgisiz, oyle cahil hissettirmisti ki Baris, gunlerce kendime gelemedim. Simdi cok anlamsiz geliyor ama o zamanlardaki o yetersizlik duygum, bir celmeyle gun yuzune cikmis demek ki...

Simdi de kendimi arada yetersiz hissettigim oluyor. Ne konuda derseniz cevabim da yetersiz olacaktir. Cunku bazen her seyden azar azar alip hic bir seyi tam olarak yapamiyormusum gibi geliyor. Bir seyde de cok iyi olayim diyorum ama o da bunyeme uymuyor...

Su gunlerde de insanlara kendimi begendirme konusuna biraz takildim. Soyle ki; aslinda ben biraz daha agir bir insan olmak istiyorum, oyle her seye gulmeyen, ya da gulunce cok oturakli gulen... Agzini acinca kayda deger kelimeler cikartan, cikarmayacaksa da bosuna agzini acmayan... Ayip olacagina aldirmadan begenmedigi espriye gulmeyen, kendine uymayan dusunceye tabi evet demeyen... Boyle boyle iste, agir oturakli, ciddi.

Fakat bazen de diyorum ki, of Ozlem ne sacma dusunuyorsun oyle, istedigin insana bir bak Allah askina, sen robot demeye calisiyorsun da utaniyorsun. Sen kahkahalarina devam et, oyle konus dilin sismis gibi, birak espriler buz gibi olsun, havalar sogumadi hala...

Imaj hic bisi, yok gulmek gibisi.

YAĞSIZ KEK MİYDİN NEYDİ 7 şubat 2007

Yazmayali asir oldu herhalde. Zaten 1 haftadir İstanbuldayim ama oncesinde de pek yazasim yotku acikcasi. Simdi hazir babam laptopu getirmisken, cocuklar uyumusken ve de en onemlisi yazma hissim geri gelmisken iste geldim buradayim diyorum.

Annem bagiriyor arkamdan; tipki babasiii diye. Cunku mutfaktan bir kek asirdim ve kekin uzerini kapatmayi unuttugum gibi tabak da almadim. Ne guzel, tek hatam bu olsa da hep bu sekilde tatli sert azarlar isitsem. Babam da tvde seyredecegi mac baslayacak, yine de bana, ohh geldin gideceksin bir oturup konusmadik, yok bilgisayar yok cocuklar iyi valla iyi ki kizimiz var, dedi. Bu evde sevgi bu sekilde gosteriliyor ve bu benim hosuma gidiyor. Yine iyi, bazilari severken dovuyormus ne diyorsunuz...

İstanbula gelis gidisler zamanla cok degisti. Universitedeyken zaten ya haftasonu icin gelirdim ya da uzun ve de uzun yaz tatilleri icin. Buradaki lise arkadaslarimla henuz irtibat koparma olayinda degildik ve her gelisimde gorusurduk Kadikoyde filan. Sonra okul bitti ve calismaya basladim, gelis araligim uzadi haliyle, hem zaten lise arkadasi falan filan bir daha nah gorusuruz deyip ayrilmistik. Ama yine de İbo vardi, Semra vardi, Betul vardi onlarla gorusuyordum. Sonra evlendim ve cok az bir sure -tam olarak 3 ay filan- İstanbul benim icin koca ile elele gezilecek, aksam icilecek dagitilacak hos bir turist sehri oldu. Ne zaman ki cocuklar oldu ve onlarsiz disari 3 adim atamaz oldum, o zaman burasi benim icin bir nekahat yerine dondu. Evet nekahat cunku disari nadiren cikiyoruz ve evde onlar annemle takilirken ben de aslinda yapmak icin can attigim, mesela ceviri veya iste eskiden orgu morgu ne varsa, astigim zaman kendimi kotu hissettigim isleri asabilecegim bir yer haline geldi burasi. İstanbulda tatildeyiz, sorumluluk sifiralti...

Bir de buranin en cok Ankaraya donusunu seviyorum cunku ne zaman Istanbula gelsem evimle ilgili hayaller kuruyorum, himm su cicegi suraya koyarim, aa bak yuklukteki ortuyu cikarayim da firinin ustune orteyim, ben bunu daha once nasil dusunemedim diye. Bunu Ebruya su sekilde aciklamistim; İstanbul hayatima disaridan bakma firsati veriyor bana. Baska bir yer degil ama anacim, sadece burasi.

Roacuttane kullanmaya basladigimdan beri ilk kez yuzum kirmizi olmaya basladi. Yuzum soyuluyor zaten 2 haftadir filan, dun de yagsiz bir krem almak icin -cunku doktor oyle dedi- Mıgrosa gittim. Ust rafta Notrojen pahali pahali siritiyordu yuzume. Ben de hadi len deyip asagi raftan acayip marka bir sey aldim, ikisi de yagsiz ne olacak diye. Evde bir kac kez surdum ama acayip yakti yuzumu krem. Doktorum o markayi omru hayatinda hic duymamis, ama ucuzdu tabi duymazsin diyemedim. Acayip umutsuz bir halde Mıgrosa gittim, hani geri alacaklarina dair hic bir umudum yok ama bir sansimi deneyip biraz bastiririm filan ayaklariyla. Zaten cocuklara da ben kavga etmeye gidiyorum diyerek ciktim evden. Mıgros nedeni bile sormadan iade aldi kremi. Ay bir sevindim, alnini bulsaydim opecektim magazanin. Donuste Sinan, anne kavga edip geldin mi dedi. Ne kavgasi, neyden bahsediyorsun dedim en bariscil halimle...

Yarin yola cikiyoruz, bekle bizi Ankaraaaaa....

Bu arada, Sevgulun yazdigi yurtdisinda yasam yazilarini destekliyorum, cok cok hosuma gidiyor. Yazarinin akici dili haricinde oradaki gunluk yasamin sirlarini ogrenmek de insanin icini aciyor.

DÜNYA DÖNÜYOR 29 ocak 2007

Dunya ne kadar degisti di mi?

Eskiden, yani biz cocukken ogretmenlerimiz anlatirdi; 4 mevsim vardir, dordu de birbirinden degisiktir. Turkiyemiz cok sanslidir, dort mevsimi de yasar vesaire vesaire... Simdi ogretmene gerek yok, anneler cocuklarina neyin ne oldugunu aciklamaya zorlaniyor; eee evet vardi 4 mevsim ama saklandilar, kar mi? aa seni kandirmislar kar diye bir sey yok, aa bak kus geciyor...

Ben Turkiyenin 4 mevsimini, kitapta mevsimler konusundaki resimleri filan cok cok severdim. 6-7 yasina kadar hic kar gormemistim ve o kis resmine dalar, karin nasil bir sey oldugunu hayal ederdim. Pamuk gibiydi herhalde, oyle gorunuyordu...

Simdi 4 mevsim yok harbiden de, tamam cocuklara 2 mevsim var diye anlatabiliriz ama 10 yil sonra sadece yaz mevsiminin olmayacagini kim garanti ediyor? Soyle mi demeliyiz yoksa; cocuklar simdilik 2 mevsimdeyiz ama program her an degisebilir, biz size doneriz...

Olay sirf mevsimler de degil ki. Cocukken, genc kizlikta evlilik amma ulasilmaz bir hayal gibi gorunuyordu. Annelerin seni kocaya verelim sakalari ile, Barbie bebeklerin Kene olan asklari ile buyudum. Her gun onlari evlendirirdim, 40 gece 40 gun eglence... Kardesim teyzemle evlenecekti, kafasina koymus. Fakat amcam erken davranip dugunu yapinca cok bozulmustu mesela. Perdeden duvak yapip evlendigimizi hayal etmeler mi dersiniz, bebeklerimize yemek pisirmeler mi... Iste buyuduk ve evlendik. Sahsen sahane bir kocaya sahip oldugumu dusunsem de evliligin hic de cocuklugumdaki minik aklimla kurdugum hayallere benzemedigini gordum. Ustelik ben evliliginde mutlu olan sansli biriyim, bir de hayal kirikligini tasiyamayip bosanan binlerce insani dusunun. Evlilik kutsaldir, evlilik carttir curttur diye buyutulen ve kocaya varinca hamyayi konyayi goren insanlari...

Aslinda cok boluk porcuk yazdim, Cagla bir gun ust komsuya gitmek konusunda biraz israr yapinca ona anlatmaya calistim, herkesin evine her saniye gidilmez diye, cok zorlandim acikcasi cunku anlamiyor, neden insanlarin evine catkapi gidilmez, neden herkes birbiri ile samimi olmaz filan. Cocuk aklinin bambaska calistigindan girdim, kendi cocuklugumun duslerinden ciktim. Neydi ne oldu kafamdakiler diye de noktaladim. Ben, evinde renkli tv olan komsumuzu yeni ailem olarak kabul etmek istemis, televizyonun icinde kucuk adamlarin yasadigina inanmis -eminim bunu her cocuk yapiyordu o donem-, meleklerin erken uyuyan cocuklarin yastik altina para koydugunu bilen kucuk bir kizdim, deger yargilarim cok farkliydi anlayacaginiz. Simdi benim kizim ve oglum da kim bilir nelere inaniyor ve ne kadarinda biz etkiliyiz merak ediyorum. ve buyuyunce her seyin aslinda ne kadar farkli oldugunu, komsuya gitmek icin israr etmenin ne manasiz oldugunu fark ettiklerinde agizlarindan cikan cumle benimki ile ayni olacak mi merak ediyorum;

yav ustadim, dunyanin b.ku cikmis...


Bu arada karamsar, mutsuz, hayal kirikligina ugramis ve ya huzursuz degilim. Sadece Dinkin oldurulmesine cok icerledim, ulkemden umutsuzum o acik.

BANA RENGİNİ SÖYLE 15 ocak 2007

Bundan aylar once bir pazar gununu yazmistim, hani 40 carsambanin sasirip da pazarda toplandigi bir gunu... Hah iste ayni pazar yolunu sasirmis yine kapimizi caldi dun. Bir daha da amma bos bir gun, yapacak hic bir seyim yok diyenin iki kulagina iki kupe olsun diye buraya da yazayim dedim.

Efendim sabahimiz zengin kahvalti soframizla basladi; peynirimiz, zeytinimiz -hem de iki cesit naaaber-, balimiz, ekmegimiz ve daze daze cayimiz...Peki tamam zenginlik gonlumuzde... Neyse bebelerin cizgi filmleri esliginde bakkaldan alinan yepyeni gazetelerimizi okurken gunun de en ama en sakin anlarini yasiyorduk. Ayyy, cok abarttim simdi gunumun Gorevimiz Tehlike kivaminda gectigini filan sanacaksiniz, aman neyse ne...

Ogleden sonra 2ye kadar bende ne kadar birikmis hamaratlik varsa sevgili evime teslim ettim ve giyinip suslenip, hediyemizi de kolumuzun altina alip cocuklarin Can adli arkadaslarinin dogumgunune gitmek uzere yola ciktik. Cok heyecanliydi, zira arabanin yakit deposu uzun zamandir imdaat cigliklari atiyor fakat bendeniz ya para cekmeyi unutarak -arabadan cikip karttan cektirmek cok zor is bilirsiniz, kaslarimi yoruyor...- veya guzergahtaki butun benzincileri bir sekilde atlayarak cigliklari duymamazliga geliyordum. Bende aradigini bulamayan araba neyse ki Canlara kadar bizi goturmeyi bir borc bildi ve bol misafirli, bol TED muhabbetli ve de en onemlisi sahane bir ziyafet sofrali partiye kendimizi attik. Erkekler, ki Kaya disinda ikisini taniyordum, kendilerine cilingir sofrasi kurup bizden izole bir kose hazirladiktan sonra ben kizlarin yaninda kalakaldim. Ey efendiler, ola ki birgun bir partiye, dogumgunune filan davet edilirsiniz, lutfen anne babalarin cocuklarini nerede okuttuklarina dikkat ediniz. Partinin basindan sonuna tek muhabbet TEDin rengarenk siniflari -mecazi degil, harbi... her sinifa bir renk adi verilmis-, ne kadar sahane bir okul oldugu, ogretmenlerinin ozgecmisleri, her sinifinda kendi cocuklari haric butun ogrencilerin ne kadar yaramaz olduklari, bunun kendi cocuklarini da feci halde etkiledigi, aman da aman aslinda her annenin her cocugunun ne kadar inatci oldugu ve ozellikle bir sey yemedigi konusuldu durdu. Benim halimi dusunuyor musunuz... Oyle bir suskunluk icine girmisim ki artik, evin sahibesi mutfakta beni yakaladi ve iyi miyim degil miyim, Kaya ile kavga etmis miyim etmemis miyim, yorgun muyum degil miyimcilik oynadi bir sure. Gercekten iyi niyetle sordu bunlari, ama diyemedim ki ona kardesim sen git de TEDden reklam basi para almaya niyetli arkadaslarina sorsana bu sorulari diye. Ev sahibesini harbi sevdigim ve cok da duzgun bir tip olarak tanidigim icin sorgulamadan sonra daha bir konuskan olmaya calistim. BU kez de ortalikta dolanan ve resmen pazar isi takunyalari ayagina gecirmis olan Caglayi gorup de konusmaya baslamasin mi birileri benimle... Ya insan simdi oyle acayip ortamlarda olunca kizinin kendi baina secip de giydigi takunyalardan, uyumsuz coraplardan filan bir sekilde yuzu gozu kizariyor, onu aciklayim derken dili dolaniyor ve ah keske konusmadan dursaydim filan diyor. Kadinlarin oyle bir anlayisi vardi ki, cocuklarima kendi basima bakabilecegim akillarindan bile gecmemis olacak, ah iki cocuk ardarda, yani bakiciniz vardir elbet ama yine de cok zor olsa gerek diye lafa basladilar. Haaa evet bakici evet, tabi tabi utu icin de baska biri var, ayrica Italyan yemeklerine bir Italyan, Osmanli yemeklerine de bir dede tuttuk...

Tahmin edersiniz ki, oradan ilk ayrilan biz olduk. Aslinda Caglanin jimlastigi olmasa cok da dert degildi, karakter analizleri filan yapmaya baslamistim icimden, zevkliydi. Neyse, sarhos olan kocami eve birakip ucumuz jimlastik salonunun yolunu tuttuk. Oradaki kizlardan birinin annesi ile epey samimi olmustum, onunla iki laf ederiz diye seviniyordum ama gelmediler. Hatta Cagla disinda sadece bir kiz daha vardi. Ben de Sinanin kendine arkadas bulup onlarla kovalamaca oynamasini seyrettim, ee yedigi onca pastayi eritmesi lazimdi...

Eve dondugumuzde Kaya, İbo ve bir Japonla birlikte bira-meyve suyu ve cay iciyordu. Ibonun arada yaptigi cok hos bir adet bu; turdayken yolu Ankaraya dusunce grup baskani Japonla birlikte bir Turk evini, yani bizi ziyaret etmek... Bu seferki Japon harbi Japon gibi degildi ve bu yuzden cok iyi anlastik. Hatta Ibo iceride Kaya ile cene calarken ve hatta bir ara susarken biz Japonla bilgisayar basinda hararetli halde Murakami denilen yazardan bahsediyorduk. Benim icin cok onemli bir hadisedir arkadaslar cunku ben Japonlari sev-mi-yo-ruuum. Tabi ki onlarin da benden haz etmedikleri asikar... Fakat su hayatta genelleme denilen illetin ne basa bela bir sey oldugunu dun gece cok daha iyi ogrendim, Takasan ile. Yani Taka-san... Hehe simdi soyle diyebilirim rahatlikla; dun gece evimden takalar gecti alli yesilli... Ama demeyecegim.

Cunku dedim bilee...

ÖNCE ALIŞVERİŞ 6 ocak 2007

İki gündür vergi iadesi icin fis yaziyorum. Bu sayede, kisaca vay bee diyebilecegim senelik ailevi harcamalarimizi gayet acik ve net bicimde gordum arkadaslar. İnsan, yasantisi ile ilgili en gizli sirlari, ufak ayrintilari filan sip diye bir-iki gunde ogrenince zaten agizdan baska laf cikmiyor; vay beee...

Oncelikle neden kiyafetim yok, ben neden boyle fukara giyiniyorum filan diye soylenmemem gerektigini anladim. Tamam soyleneyim ama su sekilde; lan salak giyime onca para harcamissin ve hala kendine acindiran kediler gibi dolaniyorsun ortalikta. Ya ben nerede yanlis yapiyorum bilmem. Hem LC Waikikiyi harbiden zengin etmisim, hem Turkiyenin butun nadide sehirlerinden kiyafet almisim, hem de hala her sabah elma elmaaaa dememe ragmen uzerime uygun kiyafet bulamamisim... Cok acilmisim besbelli, Ankara neyine, o seni giydirir demeliymisim...

BU arada fislerimize bakan bizi sehrin entel ailesi sanabilir ciddi ciddi. Zira tum harcamalar icinde en cok egitime para saymisiz. Nasıl yapmisiz bilmem valla. Ne guzel, bu fisleri saklamak lazim, fotokopi ile filan. İleride cocuklara gostermek icin; lan bakin biz sizin icin yememisiz icmemisiz egitim havuzuna para atmisiz, hade bakayim sira sizdeeee...

Yemek icmek derken, harbi yememisiz galiba... Yaziyorum yaziyorum cikan rakama bakip guluyorum. Yaziyorum guluyorum yaziyorum guluyorum. Formumu iste boyle koruyorum...

Ben bir sene basinda yine boyle fis yazarken bir gaza geldim, var ya sununla surada yemek yemisim, aa o tarihte miydi, su gun sinemaya gitmisim, film de guzeldi haa diye diye bir notlar tutmusum. Kiyamamisim vermeye fisleri, gidenin ardindan hatira diye gun gun yazmisim ne yaptigimi bir deftere. Gecmis yilin arkasindan bon kalmak da buna derim...

Simdi bu sene son diyorlar ya, artik tam da keyfini cikarirken bitecekmis bu fis olayi, olmaz valla, katiyen kabul edemem. Gunluk de yazmiyorum, simdi nereden bilecegim ben mesela Nazli ile hangi tarihte Bulguroglunda cay ictigimi? Gerci orasi da fis vermiyor ya...

Gunluk mu tutsam ne...

HİÇ BİR ŞEYDEN ÇEKMEDİ 26 aralık 2006

Biraz once cocuklardan gizli 3 dilim sarelleli ekmek yedim. Hem de corbali makarnali aksam yemeginden sonra... Catlayacagim, azimliyim. Yerken bir disim agridi, o guzelim, sahane, insani eriten sarellenin en cok temas ettigi dis. Oysa ki daha gecen hafta disci arkadasimiz agzimin sagindan girdi solundan cikti ve itina ilen bir adet dolgu yapti. Yani gorseydi o gorurdu curugu, dese o derdi ay bu disinle sakin ola sarelle yeme ha diye. Sonuc; curukler konusunda sarelle daha tecrubeli...

Disciler, ya da daha fiyakali unvanlariyla dis hekimleri, benim cocuklugumun en aci verici anilarinin bas kahramanlari oldular. Annem, disciye gitmeden okula baslanmaz sozunu temel alarak beni Ceyhan discilerine emanet etmekle kalmamis, bir seferinde tam da artik hangi dis ise o, disim cekilmis ve ocunu yanagimi sisrmekle almisken, fotocuya goturup bir guzel resmimi cektirmisti. Hehe, iki cekim bir arada...

Sonra uzun sure ne dis ne hekim evimizde mevzu bahis olmadi. Ne zaman ki İstanbula tasindik ve annem kendine bir "aile discisi" buldu, o gun hepimiz eyvah dedik. Biz bunu biliyoruz, bu..bu..kabus geri dondu... Allahtan bu seferki yumusak elli yumusak dilli biriydi de ayaklarimiz bir ileri iki geri gitmeden muayenehaneden iceri girebiliyorduk. O zamanlar hangi agriyan disimi gostersem Kiymet Abla cikcikliyordu. Hayir Ozlemcim o degil onun ustundeki agriyor, diyordu. Aman ben bilmez miyim hangisi agriyor canim. Hayir efendim bak gor ustundekini tedavi edince agrin magrin kalmayacak... Tabi ki de bilmem kac yilini yanlis disi tedavi etmek icin okumamisti Kiymet Abla. O sakince benim agrimayan disimi acarken ben algimdaki yanilmalari dusunuyordum. Bir kez olsun agriyor dedigim disim curuk cikmadi, bu ne yaman celiski oluyor ki boyle...

Sonradan ogrendik, sonra dedigim gecen hafta; bu manyak disler boyle adami oynatirlarmis. Bak ben agriyorum ama bil bakalim hangimiz curuuk, diye. Simdiki disci arkadasim bunun psikolojik oldugunu soyledi ama ben hic bir neden bulamadim bu yanilgiya. Neden insan acisinda yaniliyor, yoksa mesela ben ev isinden bezmisken aslinda takildigim sinemaya gidememek mi? Yani boyle, insan disinde yaniliyorsa derdinde de yanilmaz mi?

Himm, fazla dis muhabbeti sarellemi getirdi. Yanlis anlamayin, bu sefer hangisi agriyacak merak ettim de...

EVET HAYIR BELKİ 26 aralık 2006

3 gun sonra dogumgunum...Hadiii, alkislasaniza. Durun durun gaz vereyim; 3 gun sonra dogumgununu kutlayacak arkadas icin bir alkiis. Oldu mu?

Ay bir heyecanliyim anlatamam, sanki ilk dogumgunum. Allahim ben 32 sene -tamam 33- nasil dayanmisim buna... Sorsaniz, hic bir hazirligim da yok hani. O gun ozel olacak ya, arkadaslarimi cagirmak istiyorum, ama rahat duramam ve bir seyler hazirlayacagim diye canimi cikaririm ki mumlari uflemek icin enerjiye ihtiyac var bilirsiniz. Yani yorulmadan, disaridan pasta vs almadan bunu yapmamin imkani yok. Yani ne yardan ne serden, boyle dusune dusune sakalim cikacak.

Bu arada tabi surpriz parti yapmasi icin Kayanin kafasini sisirmiyorum sanmayiniz. Nesi surpriz olacak ki bu saatten sonra diyor. Ama en azindan organizasyonu o yapabilir. Bir de yiyecekleri filan. Bir de suslemeleri... Allahim, cocuklar dogmadan once ben boyle bir insan degildim ya... Simdi onlara yapiliyor ya, ben de arada kaynarim nasil olsa diye dusunmustum. Olmaz mi? Tamam suslemeleri es gecebilirim, bir pastaya fitim aslinda. Boyle seyler istemek icin cok mu yasliyim arkadaslar? Hakkim yok mu kalpli pasta uzerindeki 33 mumu uflemeye? E tabi 33 tane, ben de isterdim 20sinde olmayi ve daha az mum uflemeyi ama;

33um ve dogumgunumu kutlamak istiyorum.

Anlasildi...

SU YOKSA MEYVE SUYU İÇİN 21 aralık 2006

Dun gece Sinanla yatma konusunda muthis yaratici bir kavga ediyorduk. Boyle durumlarda Sinancik eger beni ikna edemeyecegine kanaat getirirse mutlaka konuyu baska yerlere cekmeye calisir. Dun de ayni oldu ve biz kavga sonrasi kuskunlugumuzu yasarken Sinan birden yattigi yerden dogruldu ve "aa anne bak yagmur yagiyor" dedi. Anaa hakkaten de gunlerdir bekledigim yagmur gecenin bir yarisi hem de sessiz sinsi yagmaya baslamis. Tabi hemen barisildi, kavga uzerine konusuldu ve acik pencereden guzel yagmur seyredildi. Cocugum yagmur yagmazsa muslugumuzdan su akmayacagini biliyordu, ogretmistim. Fakat ogretmedigim bir sey vardi; yavrim burasi Ankara ve kurak gunlerde musluktan siril siril akan su yagmur yaginca ne hikmetse akmiyor, kafasi sasiyor muslugun, madem gokten yagiyor bana ihtiyac yok diyor belki de... Sabah kalktigimizda sularimiz akmiyordu kisacasi. Ama izahata gerek yok dedim icimden, nasil olsa buyuyunce gayet dogal karsilayacaklar bir suru garipligi.

Arabamin sileceklerinden biri ters donmus, nasil oldu bilmiyorum, hic ellemem silecekmis dikiz aynasiymis filan, ama iste araba bu garajda durdugu gibi durmaz. O yuzden yagmur sonrasi silecekleri calistiramadim ve onumde acayip bir bugulu manzara ile krese biraktim bebelerimi. İste boyle seyler yoruyor beni valla. Simdi git bir benzinciye, adama derdini anlat. Adam da haa o kolay ver bir 20 kaat sana alasini silen birseyler takayim diyecek, bekleyeceksin orada bir kac vakit, beklerken cocuklar benzinci marketinden sakiz isteyecek, tamam desen dert yok desen dert. Adamin bozugu cikmayacak, baskasindan bozuk almasini seyredeceksin. Aklinda, giderken manava da ugrayayim bari evde elma kalmadi diye gecirirken cocuklar yer kavgasina baslayacak. Onlarla ilgilenirken adamin sana verdigi para ustunu tikacaksin bir yere. Arabaya binip manava gideceksin, yolda kaza tehlikesi atlatacaksin cunku sinyal vermeden zink diye duran bir araba olacak onunde. Manava gelince havuc da goreceksin, e alayim bari meyve suyu yaparim deyip tarttiracaksin 1 kilo. O arada cocuklar ellerinde birer muz ile yanina gelecekler, nereden buldunuz onlari derken manav pis pis siritacak. Ne tuttuysa vermek icin elini cebine atacaksin ki para yok. Cantaya bakacasin yine yok. Butun cantayi tartinin yanindaki bosluga dokeceksin ve butun bozuk paralarin yerlere sacilacak. En sonunda gercekten de "tikistirdigin" parayi paltonun cebinde, anahtarlarin altinda bulacaksin. Cumbur cemaat eve giderken su 20 dakikanin ne kadar yogun gectigini, hayatinin iste bunlardan ibaret oldugunu dusuneceksin. Bu arada cocugun sana yol ile ilgili soru-bilgi karisimi bir seyler soyleyecek ve dinlemedigin icin sana kizacak. Aslinda bagirip cagirmak ve girismek isterken, olanca sakinligin ile ozur dileyeceksin. O sirada telefonun calacak ve satin aldigin ama tadilat icin magazada biraktigin pantolonunu neden almadigini soracak tezgahtar adam. Yarin gelirim merak etmeyin diyeceksin, yarinki planlarini dusunmeden. Bu arada aksam yemegi icin ekmek olmadigini hatirlayacaksin ve bakkalin karsi kaldiriminda duracaksin. Cocuklarla vizir vizir trafikte karsiya gececeksin ve bakkalda ekmek kalmadigini ogrenmenin gicik hissi ile arabana bineceksin, bitmis bir halde. Ve diyeceksin ki kendi kendine; sular geldi mi acaba?

Gelse ne gelmese ne...

AYNA AYNA SÖYLE BANA 12 aralık 2006

Hic gecmeyecegini sanan ama bir iki hafta sonra diger binlerce arkadasi gibi gecmisin kuyusuna atilacak olan bir yila daha bay bay diyecegiz. Kimseye kalmamis bu dunya akillim, sana mi yar olacakti...

Simdi yepyeni piril piril bir seneye girmek uzereyken klayeyi onume alip bazi onemli hususlardan bahsetmek farz oldu benim icin. Ikibinyediden sahsi olarak bazi isteklerim olacak -ve yerine getirirse onu da gorecegim emin olsun-. Bunlari boyle aleni yazarsam da herhalde okuz degil yapar de mi? Kimbilir belki de harbi okuz yilina giriyoruzdur...

Her neyse ben kafamda ufak bir liste yaptim ve kim gormek istiyorsa, kim isteklerimi yerine getirecek guce sahipse haber ucursun yeter...

1. Gecen sene kendime yeni bir gardrop duzdum diye konusup duruyordum ya, hepsi fasa fisoymus arkadaslar, ne gari ne dolabi, belki ufak bir cekmece yerlestirmisimdir o kadar. Her sabah, ay yine sabah oldu ve gece sihirli peri gelmediyse yine ayni uyumsuz kiyafetler beni bekliyor diye basliyorum gunume. 2007de hepsi bir birine pek yakisan kislik kiyafetlerim olur issallah...

2. Bu sene yemek konusunda epey minimalist takildim; bir sebze yemegi, yanina karbonhidrat, al sana aksam sofrasi. Salata mi? GOPta bir bar adiydi. Bu sene oradan bir kac yemek tarifi alayim da arkadaslarima deneyeyim isterim.

3. Okumaya icimin gittigi ve maalesef sanki kutuphanemde cok guzel durur diye almisim pozu yapan onca kitap itina ile okunmayi bekliyor. Fislerime bakan da beni entelin Allahi sanacak, ama yok merak etmeyin, kutuphanemdeki kitaplarin coguna daha el degmedi. Seneye desek?

4. Cocuklara, bakin saclarimi sizin icin supurge ettim desem inanirlar. Bu sene icinde 2 bilemediniz 3 kez Hasan kuafor ziyaret edildi ve her seferinde artik ezberlenmis azarlar isitildi. Gelecek sene Hasanin dilinde tuylere mahal verilmeyecek ve ahenkle dans eden saclara kavusulacak, diyorum.

5. Hep istedigim ve iki senedir yapmaya calistigim sey daha ozenli calisilarak vucut bulacak; cocuklara ucuzluktan yazlik-kislik alip depoya dolduracagim. Siz dolap deyin kapaklari kapaliyken, ben onun icini biliyorum. Depolara oylece atarsiniz ya ne bulursaniz, sonra da soylenirsiniz amaan nasil duzeltecegim ben burayi diye, iste benim icin dolabin anlami budur.

Simdilik bu kadar, e onumuzde daha var gun, boyle aklima geldikce yazarsam dusunmek icin payi olur okuyanin di mi?

ÇUF ÇUF TRENİM 5 aralık 2006

Kisa İstanbul tatilimiz bittiii...

Simdi ozetler;

Istanbul kendini nisan ayinda zannediyor arkadaslar. Babamin battaniye sandigi paltom neredeyse bana yuk oldu, bir kazakla isi bitiriyordum ki Ankara caniim sogugu ile hosgeldin sekerim dedi bu sabah.

İki kez kopruden karsi tarafa gectik, ikisinde de icimde dualar okudum durdum. Zira 99dan beri en korktugum sey arabamiz kopruden gecerken buyuk Istanbul depremini yasamak. Hic bir yer degil, ne Ortakoy, ne Florya ama en kotusu sanki ben yapmisim gibi dayaniksiz olduguna emin oldugum koprude depreme yakalanmak...

Istanbullular hic degismemis, hala butuun bu dunyalari ben yarattim ama biraz kucuk yapmisim maalesef sana yer yok, havalarindalar. Ben de hic bozmuyorum, buyrun kucuk dunyaniz ve siz mutlu mutsuz yasayiniz diyorum. Istanbulda yasamak ve oraya ayak uydurmak basli basina bir yazi konusu, ama benim konum degil, hehe...

Kucuk yegenim 4 disi ile sahane. Valla insan cocuk sahibi olunca baskalarinin cocuklarina cok yuz veremiyor ama halalik degisik bir muesseseymis, insana buyuk lokmasini bir defada yediriyormus.

Tabi anne evi bambaska; ekmek babadan su anneden, cocuklarin bakimi kim bilir kimden, sorumluluktan uzak, kucuk liseli genc modlari icin birebir. Allah bildi de beni Ankaralara gonderdi, al sana koca al iki de bebe, dersimiz hayat bilgisi, kopya yok...

Istanbul gibi, kara trenler de ayni... Demiryollarina nostaljik yaftasini kim yapistirdiysa geri kaldirsin kardesim. Devlet babanin devlet ogullari yine her seyi yanlis anlamis, himm nostaljik neydi lan, eski abicim eski demek iste, e o zaman bir b.k yapmamiza gerek yok, daha nostaljigi olamaz di mi len? hehehe

Leonardo sergisine gittik, bana kalanlar her bir koseden yukselen, yapma oglum, elleme dedim, bak bozacaksin nidalari... Elbette ki annemin babamin ve hatta kendimin tanidik sesini de eklemeliyim buna. Rahmi Koc a saygi duyuyorum, her ne kadar fevkalade dedikleri giyim zevkinden bir sey anlamasam da. Himm su fevkalade kelimesi iki manaliydi di mi?..

Hayatimda ilk defa Sait Faik hikayeleri okudum. Cok nedensiz bir yere, Turk yazarlari okumamak gibi bir adet edinmistim, simdi onu rafa kaldiralim ve yine ayni raftan bir Turk yazar secelim, mesela Yakub Kadri. Agir mi? Olsun hak ettim ben...

Kisa tatilin ozeti;

Istanbulun en cok evime donusunu seviyoruuum

NE MANALI BİR GÜNDÜ 27 kasım 2006

Ne zamandir "bugun" ile baslayan bloglar yazmamistim, fakat yasadigim gun bunu hak etmek icin her seyi yapti. Hos daha gun bilmedi ama ossun, yazayim da daha fazla olay olmasin...

Bugun sinirli ama umut dolu basladim gune. Ne sinirimin ne de umudumun bir nedeni yoktu. Cocuklari krese biraktim, kendini eskilerin E-5i zanneden Guvenlik Caddesinde apartmanin otoparkina girmeye calisirken arkadan korna calan arabalara "ne var ya ne var?" diye cikistim, dun aksam icerim diye bir guzel demledigim ve de ani uyku cokmesinin neticesinde aynen altini kapattigim cayi isittim ve iki iri tostla kahvaltimi yaparken yine ani uyku yuzunden okuyamadigim dunun gazetelerini okudum. Sonra telefon geldi, Pasabahceden... Sagolsunlar ararlar bazen boyle, cagirirlar gelin de bir seyler alin artik diye... Dogrusu bir iadem olmustu ve hala yerine bir sey almamistim, hadi kizim gel de al ne bekliyorsun demek icin aramislar. Ben de kostum gittim ve almayi dusundugum hic bir seyi almadan Kizilaya gectim. Dondurmam Gaymak, hem de halk gununde pek iyi gider diye dusunerek. Bu film hakkindaki yorumum pek kisa, cunku konusulanlarin yarisini zaten anlamadim, anladiklarimi cok begenmedim ve bunun neresini tutup da Oscara goturecekler ki diyen bir hisle ciktim sinemadan.

Ay kisa keseyim, eve ayaklarimin dinlenme yakarisi ile dondum ki posta kutumuzda bir kagit; suyumuz borcundan dolayi kapanmis... Neden Allahim neden her ay bir su/elektrik/telefon kesintisi yasariz, otomatik odemeye guvenmeyecegim de neye guvenecegim ben artik, diye diye gittim ASKİye 5 dakikalik is icin otopark parasi verip anlamsiz bir trafige yakalandim. Ama tabi bu kadarla kalir mii? Kalmaaaz. Evden cikarken anahtari bir guzel evde unuttum, e tabi Allahin emri, olacaksa hepsi ayni gun olsun, daha azi kesmez... Cocuklari almak icin krese gittigimde ise simdi git 1 saat sonra gel, korsanlar tiyatrosu var bilmiyor musun hem, dediler bana. Zaten hazirdim boyle bir seye, bir gun beni hepten kovacaklar diye korkuyorum oradan. Butun veliler o gun getirilmesi gereken neyse iste meyve, dis fircasi, kitap hep hazir ve nazir gelirler krese, benimse bir seyleri unuttugum hep de kresin o uzun girisinde aklima gelir ve cocuklari biraktiktan sonra gider markete alirim ne lazimsa. Gereksiz alisveris dedikleri bu olsa... Her neyse cocuklari aldiktan sonra yanimizda cilingir amcayla birlikte evimize yollandik. Onun isi de 5 dakika surdu, o da aynen sucular gibi benden 25 YTL aldi. Bir daha yedek anahtari birilerine vermeyen ne olsun ya, bu ulkede saskinligin bedeli standartlasmis ne de olsa; ay onu unuttum, e 25 YTL, ay bunu almadim, e o da 25 YTL.

Neyse ki hos seyler de olmadi degil, anneme gecikmis dogumgunu hediyesi almak uzere LCWye gittim. Kasadan fislerimi alip yan tarafta cuzdana koyarken arkamdaki musteri pazarlik yapiyordu kasadaki kizla; "ne 120 mi tutuyor, yok almiyoruz o zaman.... Ama, 100 olursa aliriz."

Amca, Dondurmam Gaymakin yapamadigini yapti; 10 dakika guldum arkasindan.

BENİM ADIM TÜRKİYE 12 kasım 2006

Yillar önce, daha yeni yetme bir Japon dili ögrencisiyken birilerinin yanlisina gelmis olsa gerek, beni iki entel Japona rehberlik yapmak uzere davet ettiler. Istanbul kazan biz kepce benim bile ilk kez gectigim yollarda gezerken yatir/eski mezarlik/ mezarlik, ucunden birini secin, hani su cami yanlarinda coook eskilerde rahmetlik olmus amcalar icin mezarlar olur ya, oyle bir yer gozlerine carpti bizimkilerin. Mezarlik hemen sokak kenarindaydi ve ayni bahce icinde Coca Cola panolu, tostlu donerli bir cay evi masum masum siritiyordu. Turiztler mezarligin mezarlik olduguna inanmak istemediler, sozluk actim kelimeyi gosterdim ama yok, baska bir seydir bu diyorlar, temsili bir seylerdir yani... Cunku ciftimiz okuduklari tum kitaplardan, gezdikleri tum ulkelerden, duyduklari tum anilardan, mezarliklarin "saygi duyulmasi gereken yerler" oldugu sonucunu cikarmislar. Onlara diyemedim ki biz de saygida kusur etmeyiz, bak hangi ulkenin olmusleri doner kokulari ile yatyorlar yerlerinde, ooh mis gibi de koktu diyorlar belki de... Diyemedim ki burasi Turkiye, abeslikler ulkesi...

Benim en buyuk sanssizliklarimdan biri, ulkemi her absurtlugune karsin sevmem herhalde. Buna ragmen giderdim yine yurtdislarina, yasardim pasa pasa yorulmadan... cesaretim olsaydi eger. Gittigim her ulkeye ayak bastigim an amanin beni yerler burada triplerine girmesem, donecegim gunu, saatine, dakikasina kadar oflaya puflaya beklemesem, ruyamda bile uctugum baska baska ulkeleri gorup de kan ter icinde uyanmasam; belki gidebilirdim huzurlu bir yasamin kollarina. Ama yok, illa burasi, illa binbir endise ve caba...

Turkiyede yasamak nasil bir duygu herkes bilir, ama bir de cocuklari dinleyelim. Hani en saf onlar ya, hani insan en cok bir seyi yeni ogrenirken gorur ya gercek hanya konya neymis;

3 yasindaki oglum her Allahin gunu ters yoldan gelen arabalari sayiyor, bu da yanlis yoldan geliyor anne, dortlulerini de yakmis. Burada, Turkiyede.

4 yasindaki kizimi her cumartesi farkli bir yoldan goturuyorum jimlastige, cunku her hafta mutlaka yollari kapatmak icin bir mazeretleri oluyor polislerin. Ya isciler yuruyor hakkimizi isteriz diye, ya birileri gocuyor dunyadan gule gule, ya bayramlarimiz kutlaniyor gerceklerden cok uzakta, ya da iste sadece yollar kaziliyor her sene her sene... Burada, sevgili ulkemde.

Sonra asil amacini unutup, tek dertleri gelenleri aglatip kacirtmak olan kurumlar var tabi. Aglayacak adami gozunden taniyorlar; bunu kacirmayalim diyorlar ve bingo, anneleri ne zaman aman cocuklar burada gurultu yapilmaz dedigi bir yerlere girse, agizdan girip burundan cikmak suretiyle, ya neydi ben neden geldim buraya dedirtip kacirtiyorlar ya kadincagizi. Burada, Turkiyenin devlet dairelerinde.

Cocuklarin olmazsa olmazi; yasli teyzeler ve evhamlari. Bu ulke, belki de gocebelikten gelme genlerin de baskisi ile "soguktan korkma" sendromundan muzdarip. Cunku daha soguk ulkelerde cocuklar kapi disari cikarilmiyor, cunku ayaga yaz gunlerinde bile terlik giyilmezse cocuk ve hatta buyukler maazallah "usutuyor", cunku deniz kenari kuzey ulkelerini gectim, burada hafif bir esintide insanlarin ic organlarinda bin bir kiyamet kiyamet kopuyor, cunku cunku cunku... İste bu yuzden Turk cocuklari kapi gicirtisindan nem kapiyor, nemden oksuruyor ve hastalikli bir nesil yetisiyor. Aha burada, benim ulkemde.

Bir amca Nobel kazaniyor, kimse sevinmiyor. Yazdiklari okunmus mu, hayir cok agirmis. E ama okumamissin bak ne bileceksin hak etti mi diye? Olsun o ayri; biz okumaz, resimlere bakariz, dinlemez kulak veririz... Ama yarisini yabancilarin istila ettigi adi bilmemne bir Turk takimi Avrupada bilmemne takimini mi yendi, Allaaah tutmayin bizi en buyuk Turkiye. Lan orada kac Turk oynuyor, hem yabancilar kara kasina mi gelmis bu ulkeye? Olsun, yendik ya, Turkiye Turkiye, ooh bu da amcaya kapak olsun...

Tum bu yazdiklarimdan sonra ulkemi seviyorum demek harbi akil isi degil ama iste bu saatten sonra ancak Turk olarak dogmasaydim diyebilir insan, ki oyle bir konforu ruyamda bile tahayyul edemem. Bir de tabi soylenip dursam da ben de bu milletin cocuguyum, her turlu abes is var bende de yani. Ve haliyle laf atana cevabimiz gecikmez;

Turk dogduk Turk yasariz

Kime ne...

BU GİDİŞİN BİR DE DÖNÜŞÜ OLMALI 9 kasım 2006

Cocuklara banyo yaptirdim, simdi misil misillar. Yaklasik 3 saat banyoda kalirsam ben de yastigi gormeden uyurum...

Ne oluyor anlamiyorum kardesim yaaa. Bugun de aklima birden One Way Ticket geldi, hani Boney M abi ablalarimizin. İbo sagolsun emuleyi yuklediginden beri lan su sarkiyi her istedigimde dinleyecegim bir pozisyonum olsa diyerek gecirdigim gunler geceler tek gidis aya yollandi.

Asli cok basit; yahoo grupta birileri yaptigi ceviride one way ticket ibaresine takili kalmis, eh kacmaz bu firsat. Bakiim var miydi bunla ilgili sarki diye bir hafizami yokladim ve buldum. Benim icin bebek oyuncagi bilirsiniz... Ne kabiliyetim ne de ilgim vardir, ama ben gecmisini muzikle arayip bulabilen bir sahsiyet oldugumu fark ettim. Aman ne buyuk olay, Amerika yeniden kesfediliyor. Surada muzikten zerre etkilenmeyen bir Allah kulu yoktur herhalde. Mesela dun Kaya, Suhanin nacizane "sen ne dusunursun abi?" sorusuna -soru da soru abi, nereye cekersen gelir seninle- "Queende lise yillari, Edip Akbayramda Kutahya, Zulfu Livanelinde universite yaz tatilleri" dedi. Kocamin hayatinin her hangi bir doneminde Edip Akbayram dinleyebilecegini asla hayal edemezdim, fakat o sirada tvde cocuklugumun ey edip adanada pide yesi programa cikmisti, herhalde ondandir di mi bu ismi zikretmesi? Yani sevmedigimden degil ama tuhaf kaciyor, yalan mi...

İndirdim sarkimi, simdi Adana Botastayim, annemlerin pikabindan dinliyorum. Ne isterdim su anda biliyor musunuz? Ayni anda sevdigim her hangi birinin de bu sarkiyi dinleyip kendi anilarina dalmasini. Kucuklukteki ailesini, teyzeleri, komsularini, oynadigi oyunlari ya da ne bileyim babasinin eve surpriz oyuncakla geldigi gunu filan hatirlamasini. Buyuyunce ne olmak isterdi, sonunda ne oldu, iyi mi oldu filan...

Suha hatirlatti, 30umu geceli az olmamis, ama ben biliyorum ben b.ku yedim. Boyle giderse sizleri 20 yil oncesinden takip edebilecegim.

Aaa sarki bitmis...

.... 6 kasım 2006

Ona neden Karaoglan dendigini bir turlu anlayamazdim. Annem de esmerdi, ama ona kimse karakiz demiyordu. Demek ki baska turlu bir aciklamasi vardi bunun, ama nedense yillar boyunca ogrenemedim kimseden. Belki de cocuk oldugum icin anlamayacagimi dusunup aciklamaya gerek gormediler. Oysa ki onu taniyordum; belki de arkadaslarimdan daha cok gordugum gunler olmustu. Her aksam, siyah beyaz TRTyi zapteden iki amcadan biri degil miydi ki? Biri biyikli zayif, digeri sapkali sisman... Sirayla cikarlardi haberlerde, ama hic anlamazdim dediklerinden. Aklim o siralar Bedia Akarturkun soyadina -Ataturk saniyordum soyadini, cok sasirmistim-, İstiklal marsinda saygi durusuna gecmeye, mahallede butun cocuklara toprak yediren Gokhana takilmis kalmisti, bu iki amcanin anlayamadigim konusmalarini ne yapaydim... Yine de bir sebebi hikmeti olmaliydi, her Allahin gunu televizyona cikmak her babayigidin harci degildi, acaba komedi ikiisi filan miydilar ki...

Sonra bir seyler oldu. Cok uzun sure ben o iki amcayi hic bir yerde goremedim. Yok, ne gazetede ne televizyonda. Yer yarildi da icine girdiler sanki... Bir gun anneme sordum, neredeler diye. Tarifimden, annem Lorel ve Hardiyi sordugumu sandi ve Almanyadalar dedi. Cok sasirmistim, neden birakip gittiler diye... Ama iste, daha onemli seyler vardi hayatimda; Gokhan herkese toprak yedirmisti de bana bulasmamisti. Amcalara Almanyada basarilar, ben burada huzuru bulmustum...

Uzun bir aradan sonra bir aksam tekrar gordum onu televizyonda, evet evet o olmaliydi. Ben dana kadar olmuştum o Almanyadan donene kadar, o ise pek yaslanmamisti... Hemen anneme sordum digeri nerede diye. Digeri kim dedi, ya iste obur sisman adam, dedim. Annem o zaman anladi neyi sordugumu, cok guldu, sanirim cok hosuna gitmisti birbirine dusman soguk siyaset adamlarini bir ikili olarak dusunmem... Digeri de gecikmedi katildi aramiza, yine eski mutlu ve anlamsiz gunler basliyordu benim icin. Fakat dedim ya, dana kadar olmustum; artik onlarin komedyen olmadigini, aslinda hala hic mi hic anlamadigim bir takim muhim meselelerin adami olduklarini filan sip diye anlayiverdim. Eh tamam meydan onlarin olsundu bari...

İste benim Ecevit ve Demirel hikayem budur. Bugun de ikiliden birinin yine gittigini ogrendim. Fakat bu kez gittigi yer Almanyadan biraz uzak... Ve daha da donecegi yok...

Kalan mi, kalan bizi de mezara gomer gibi, di mi?

Neyse, bu kez veda etme sansim var, artik istiklal marsini ayda yilda bir duyuyorum, Gokhansa ikibin isik yili uzagimda herhalde...

Kibar adam, hosca kal ve tesekkurler, her daim zarif oldugun icin.

25 Ağustos 2008 Pazartesi

ÇİKOLATA RENKLİ ŞAİR 3 kasım 2006

Bugun sizlere Ahmet Hasimden bir kuple siir... Onun dayanilmaz derecede huysuz, kiskanc, kompleksli biri oldugunu ve fakat hayatta en sevdigim siiri yazdigi icin gayet de affedilebilir bir tarafi oldugunu bilir miydiniz?

MERDİVEN

Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...

Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...

O BENİ TEMİZ SANIYOR 1 kasım 2006

Guzel cocuklarimin guzel ve rengi atmis camasirlarini utuledim biraz once... Guzeller cunku ben sectim, rengi atmislar cunku ben yikadim... Uzun zamandir ve tamamen kendi ozgur irademin cabalariyla camasirlar icin deterjan kullanmayi birakmis durumdayim. Evet, artik tenimiz daha az zehirleniyor, icimiz daha daha rahat bir oh cekiyor, fakat sasmaz gercek burada da bizi buluyor; iyilik iinde kotulugu de barindirir, camasirlarimiz sanki evsisiz de tum gunumuz gunes altinda geciyormus gibi mat mi mat renkli... Aslina bakarsaniz; cok da umrumda degil, yani aranizdan biri olur da birgun yolda beni ve renksiz kiyafetlerimi gorurseniz bu okudugunuzu hatirlayin derim, bu konuyu gecerim.

Temizlik ne ilginc bir kavram degil mi? Kime sorsaniz kendine gore temizdir. Kendine gore temizlik, vallahi simdiye kadar uydurulmus en matrak ifadelerden biridir zannimca. Yani belli temizlik kurallari vardir ve bunlara uymuyorsan yan cizme kardesim, pisim de pasakliyim de, sanane de, gelirsen seni de kirletirim de, de oglu de.

Mesela ben... Hayatta beceremedigim bir sey varsa, alistigim lekeleri fark etmektir. Su demek oluyor bu, misal mutfakta tezgahi sooyle guzelce sildiniz, hatta abartip dolap kapaklarini da elden gecireyim ne olcek elimde mi kalcak dediniz. Ki bunlari benim yaptigimi farz edin, fakat abi ne oluyorsa oluyor, cincik gibi yaptigim mutfaga sonraki girisimde tezgah arkasi seramik duvarin lekeli oldugunu goruyorum. Oradaki salca, kola, cay lekelerine oyle alismisim ki, imkan yok gorecem de silecem...

Veyahut yerileri siliyorum, ki emin olunuz nadiren yapilan bir eylemdir bizim evde, deterjanli su, temiz bez soyle yaris pistindeymis gibi hizlica fakaat hic bir ayrintiyi kacirmamak suretiyle bir guzel geciyorum evin uzerinden. Su deterjanli ya, bez de kalbim kadar temiz ya, yerde bulunan ne idugu belirsiz kahverengi lekeyi cikarsa ne cikarmasa ne, ben sildim abi, temiz iste bal dok yala, ama sen yine de neme lazim o lekeyi es geciver oldu mu...

Benim sevgili guzel cocuklarimin sevgili guzel kiyafetleri de kreste her turlu yemek, hamur, seramik, sulu boya lekesinden nasibini aliyor, ve fakat evde anneleri sabun da sabun toz da toz dedigi icin o lekeler o rengi solmus kiyafetlerde bir gunes gibi parliyor inaniniz. Hayir bu da umrumda degil, sadece yolda karsilastigimizda bunu da goz ardi etmeyiniz diye seyettim...

Yeri gelmisken, su kisacik omrumuzde karsilastigimiz en sahane reklam cingilini da bir hatirlatalim diyorum;

Adim ballerina ciiiif temizlik beziniziiiim.

YA ŞUNU TEKRAR ÇALSANA SAM 23 ekim 2006

Gecen gun yolda giderken aklıma Bulutsuzluk Özleminin sarkisi takildi. Birden bire, hic bir etki altinda kalmadan ve de sanki her gun ayni saatte bu sarkiyi soyluyormusum gibi... Oysa ki Sozlerimi Geri Alamamı dinlemeyeli kafadan 7 senem var. Amma guvenmeyin siz bana, cunku bu sarki universitemin sarkisiydi, ben de mezun olali en azindan 9 sene oldu yani... O kadar olmus mu ya... Of pis sayilar, matematigi bosuna sevmiyor degilmisim hani..

Her neyse, bilicalti/ustu/yani/civarimin bana her zaman yaptigi buna benzer insafsiz oyunlarda oldugu uzere tongaya dustum ve de hemen oracikta gozlerim yaslarla doluverdi. Oyle ani agladim ki, sarkiyi hatirlayip da mi agladim yoksa agladigim icin mi sarkiyi hatirladim orasi muallak... Sonraki bir kac gun sarkinin bana hatirlattigi anilari yad etmekle gecti. Aslinda yad edecegim bariz bir anim yoktu ama olsun, koyver gitsin sen yine de hatirlar gibi yap dedim kendime.

Bana taa eskileri, bazen cocuklugumun bazen de taze gencligimin bir turlu ayrintisini hatirlayamadigim gunlerini, daha dogru havasini hatirlatan sarkilari dusundum sonra. Sonra dedigim simdi, biraz once yani... Denizle dinledigim Johnny Guitar mesela. Kendileri 1 dakika filan suren uzuuun bir sarkidir, bildigim ve simdi unuttugum dort misrasi vardir, ama olsun oyle uzun bir sure idare etti ki beni, sarki hatta muzikal filan halt etmis yaninda. Sonra Teyzem filminin jenerik muzigi, ki her hatirladigimda filmin son sahnesi gelir aklima ve boooo gzoum yasarir filan -lan amma da aglakmisim, demek ki ben bu yuzden fazla muzik dinleyen biri degilim, baksaniza her sarkida salya sumuk...- Bir de gecen gun İbo ile bir gece boyunca adini ve kimin soyledigini bir turlu bulamadigimiz sarki var; Old and Wise... Aha, bak yine unuttum grubun ismini, yok anacim benden adam madam olmaz. Birinin projesiydi amma... Her neyse, o da univeristedeyken itinayla dinledigim plaklardan biriydi. Plak ya... Bir zamanlar pikabim bile vardi, sonra muzigin ruhumu gidasiz biraktigi, dogrusu bende ruhun muhun kalmadigi bir donem plak/pikap/pil/pirt ne varsa kapicimiza vermistim. Simdi yan sen bosuna kimin projesiydi neydi o grubun adi diye salako...

Bir de Smokienin komsu kizini mi ne anlattigi bir sarki vardi, Alice mi neydi kizin adi... Sedalarla az anmadik kizcagizi zamaninda. İste bu sarkilar da aynen anilarim gibi boluk porcuk zihnimde. Yani su beynimi neyle doldurdugumu cok merak ediyorum dogrusu; her seyden bir parca almisim ve konuyu kapatmisim sanki di mi? Eh buna da sukur, bunu da bulamayan var. Ben en azindan bulup da bunuyorum.

Peki...


Bu arada hemen atlamayın, bulduk sonunda grubun ismini

ŞEYTAN ALDI GÖTÜRDÜ 20 ekim 2006

Saat geceyarisi 1 olmus, biz Kaya ile tv basinda gozler faltasi duruyor ve sonra birbirimize bakiyoruz. E ac bir bolum daha izleyelim bari diyor nihayet kocacim. Gozumdeki sevinc piriltisi ile, eeeh yarin da uykusuz kalayim ne olcak, birileri uyku olcerle kapima mi dayanacak sanki diyorum ve de aciyorum Lostun bir sonraki bolumunu.. Evet arkadaslar, ben su siralar kendimi kaybettim, hayatim, ceviri-kres-Lost ucgeni etrafinda donuyor, arada kocami da yandas yapiyorum ki seetmesin. Neetmesin... bilmiyorum, aman daha heyecanli oluyor iste.

Lostu seyretmeye basladigimdan beri aklimda Ethem Dede var. Aman o da kim yahu diyorsunuz simdi, di mi. Aciklayayim efendim; Ethem Dede, benim kaybolan esyalarimi bulan sahis. Soyle ki; evde -hem de 2+1, minik, goya esyadan arindirdigim ve nihayet duzenli yapabildim diye ovundugum evimde- kaybolmayi becermis ve daha da onemlisi bir turlu bulunamamayi basarmis anahtar/kitap/pil/uzaktan kumanda/para/her neyse, esyami bulabilmek için ilk yaptigi sey Ethem Dedeyi yardima cagirmak oluyor. Dedemiz kaybolan her esyanizi itina ile buluyor, hem de o dakika... Bir seferinde kardesimin pasaport ve ucak biletini yolculuga 3 saat kala bulmus ve aile saadetimizin devamina buyuk bir katkida bulunmustu. Tabi dedemiz bunlari babasinin hayrina yapmiyor. Tek sarti, esyanizin degeri karsiligi belli sayida gobek atmaniz... Biraz garip bir alis veris farkindayim ama benim gibi sabah aksam daha biri bulunmadan digerini kaybeden biri icin yapilmayacak sey degil. Kim kaybetti ki ben bulayim demiyor, yemiyor icmiyor yardima kosuyor sagolsun Ethem Dedecik. Onu bu yollara kim suruklemis bilemem, ama gobegimi atar, sevincimi yasarim.

Diyorum ki, su dizidekiler icin de bir gobek adasam mi? Yani hem uykusuz gecelere bir son veririm, hem de kardesim o ne oyle yasadiklari adamcagizlarin ya. Sabah aksam baslarina bin bir turlu sey geliyor, benim diyen dayanamaz.

İyisi mi biraz daha bekleyeyim, belki bir ucak filan gecer. Gece gece rahatsiz etmeyelim simdi dedeyi...

İDRAKIMI SEVEYİM 15 ekim 2006

Nip Tuck baslamak uzere, bendeyse gereksiz bir huzun var.

Cocuklarima bagirdim bugun, hic istemedigim halde, ve hep yaptigim halde... Ne istiyorum suncaacik cocuktan bilmiyorum. Onlara degil de kendime bagiriyormusum gibi geliyor, ama kendime de neden bagirayim durup dururken degil mi... Her neyse zaten derdim kendimsem aynalara baka baka bagrimam icap ediyor, salak Ozlem ne diye canin cigerine oyle sesini yukseltiyorsun. Benim bagirmam da oyle pazarda ikizlere takke seklinde olmuyor ki, icimde ne kadar ses varsa, kendimle yarisiyormusum gibi disari cikarmaya ugrasiyorum...

Aslinda bu 30lu yaslar hem cok guzel hem de oldukca dayanilmaz. Bir yandan aferin diyor, bak icindeki gucu kesfediyorsun, hala bulamadiysan al sana hayatin anlami, bozdur bozdur harca... Diger yandan da alay ediyormus gibi, nabeer bak yaslaniyorsun, curuge cikacagin gunler cok uzakta degil... Hep bir seyler icin cirpiniyormusum gibi geliyor, belki ne icin oldugunu bilsem her sey daha kolay gelecek. Hayir gunluk hayattaki cirpinislardan bahsetmiyorum, onlara alistim artik; cocuk bakmaya, ev isine, para idare etmeye, arkadaslarla veya akrabalarla iliskiyi dengede tutmaya, arkamdan suvari birligi kosturuyormus gibi ceviri yapmaya, misafir agirlamaya, ve bana hala zor gelen bin turlu faaliyette bulunmaya... Ama sanirim hayata daha alisamadim. Ve alisamadan da yaslandigimi hissettigim icin bu durumdayim simdi.

20lerimde, bu gunleri dusunmeyecek kadar avareydim, herkes gibi... Derdim duzen kuracagim bir zamana ulasmakti, ama istedigim duzenin ne oldugundan bihaberdim... Simdi az cok duzen icindeyim ama bu muymus diyorum, valla ben bunu dememistim, neyi mi dedim, orasi hala muallak iste.

Aslinda icinde bulundugum ortamdan memnunum, gercekten... Ama buna alistim da o yuzden sanirim. Sukurler olsun ki biraz inatci bir tip degilim.

Of ya hic soylenmek istemiyordum gece gece, hem dizim de basladi.

İyisi mi siz su yukarida yazdiklarimi yazmadim sayin. Sadece aklimdan gecirdigimi filan dusunun.

Bekle Nip Tuck geliyorum...

AÇ AĞZINI YUM GÖZÜNÜ 11 ekim 2006

Kendimi deliler gibi ceviriye verdim arkadaslar... Bana gecmis olsun. Her sabah cocuklari birakinca o gun neler yapacagimi dusunuyorum, Kizilaya veya Tunaliya giderim tipis tipis -zaten baska secenek birakmadilar bize, viinn diye gidecek cadde/sokak/patika kalmadi su koca sehirde-, sonra evi toparlarim, yemek yaparim, birileri ile bulusurum filan falan...

Ama ogleden sonra cocuklari almaya gidene kadar tek yaptigi sey evde oturup ceviri yapmak. Cok ciddi bir sekilde gorev adami olmadigimi kanitlamaya calisiyorum -oyle mi ki-. Simdi kimse bana su kitaplari hikayeleri cevir demiyor ya, ben de sizin demenize mi kaldim cevirecegim iste deyip hirsla oturuyorum kitaplarimin basina.

Once evimize giden tum yollari kapadilar -cok ciddi suphelerim var, bu adamlar BENİM eve gitmemi istemiyorlar sanki... Sonra Ataturk bulvarini bir guzel kapattilar, ki milyonlarca araba gelsin tam evimin onunden gecsin de ben arabayi cikarirken 15 dakika ihtiyac molasi vereyim. Simdi de evimin onune park yasagi getirdiler. Cocuklarin maskarasi oldum kufrede ede. Ben agzimi acinca ikisi birden, nooldu anne yine mi yasaklamislar gecmemizi diyorlar...

Simdi biliyorum ben, bundan 1.5 yil sonra bir sekilde tasinmamiz gerekecek buradan, cunku ev sahibimiz olmayan sevgili ile evlenmeyi planliyor o aralar -oldukca mantiklidir evimizin sahibi-, iste o zamanlar yollarimiz da acilacak, hatta buralarda inler cinler top oynayacak, biz de onlara el sallayacagiz sirtimizda cikinizmi giderken..

Neyse cocuklari alma vakti, bu da ooyle bir seydi iste.

PAMUK ELLER CEBE 9 ekim 2006

Ne gundu yaaa, valla hic boylesine bonkor oldugum gun hatirlamiyorum. Gerci yillar once bir balik lokantasinda,tamamen comezliktendi bu arada, gelen hesabin yarisi kadar bir parayi kapidaki adama vermisligim ve karsiliginde arkadaslarimdan anlamini bilmedigim bakislar aldigim olmustu, dogrudur ama inanin bu kez ne bahsis vardi ne bakislar. Bu kez hikayede bir araba, bir daire kapisi ve de bir saskin ordek yavrusu vardi. A, tabi neredeyse top kivamina gelmis yasli bir teyze ve cocugunun kanser oldugunu iddia eden ve kollarima ince kulotlu corap paketleri atan bir adamcagizi unutmayayim...

Sabah cocuklari krese birakip kirmizi isikta durdum. Durdum ve yasli bir teyzecik geldi acik pencereden bir seyler soyledi. İnanin artik bu teyzeleri dinlemeyi biraktim, neden bilmiyorum sonunda ben zararli cikiyorum dinlersem cunku... Fakat simdi Ramazan ya, ben de para vereyim bari, Ankaranin en zengini olmadigi belli dedim, fakat o da ne teyze parami kabul etmedi. Ve guclu bir hamleyle kapimi acip, beni hastaneye gotur, dedi. Vay teyze vay meger ben seni hic tanimamisim... Yolda soyledigi uc cumle vardi; Ben yalniz olmak, bir kaza gecirmek, herkes olmek, ben tek kalmak. Farkindayim 4 oldu ama teyze bunu uc cumlede anlatmisti bana. Her neyse, ilgincti, bir ara evden mi kacti acaba diye dusunmedim degil... Ama sabahin 9unda calar saatin, iki geveze cocugun ve Modern Sabahlarin yapamadigini yapti ve beni gune uyandirdi sagolsun.

Sonra eve geldim. Tam afedersiniz tuvaletteyim kapi ve telefon ayni anda caldi. Hani kisilik testi kilikli seylerde sorarlar ya, once hangisine bakarsiniz diye, o aklima geldi ama beni super karakterli gosterecek cevabi bilemedim ve ikisine de ayni anda cevap verdim. Telefondaki Gulcimen abla, Kizilaya gelip ona vermeye soz verdigim bilgisayari birakmami istedi. Kapidaki de elindeki iki adet kilotlu corap paketini bana resmen firlatarak birseyler dedi. Su saat oldu hala ne dedigini cozemedim valla, sanirim o da teyze ile ayni memlekettendi... Neyse bir sekilde adamin benden para istiyor olabilecegi aklima geldi. Hani Ramazan ya, hani insanlar illa ki tum yilin iyiligini tek bir aya sigdirmak zorundalar ya, paran varsa da yoksa da kapini calip corap parasi, dua kitabi parasi, nazar boncugu parasi alacaklar ya. İnsanin en zorlandigi seylerden biri bence yaptigi iyilikleri birine anlatmaya calismak, yani ne kadar asagilayici bir durum bu boyle. Adamin yaptigi emrivakiye sinirlenip soylenirken ben zaten yardim yapiyorum, daha ne istiyorsunuz, cebimdeki son kurusu da mi vereyim gibi sacma salak konusurken hic istifini bozmadan eli acik beni bekleyen adamin yerine de utandim. Of ya, en kotusu de o kadar lafin sonunda eline uzattigim paraydi. Bu kadar soylenerek yardim verene her zaman rastlanmaz haa.

Sonra Gulcimen Abla icin Kizilaya gidip arabanin arkasinda artik hurdaya donen bilgisayari teslim ettim kendilerine. Bence bugun yaptigim en iyi sey de buydu zaten. Cunku o bilgisayarin icinde daha buraya yuklemedigim bilgiler vardi, ve ben tabi bunu son anda fark ettigim icin kadincagiza bugun git yarin gel yapamadim, yuklendi gitti. Ve iste gercek iyilik budur dedim, nedir dedi bir seyler icimde, nahanda budur iste, sana lazim seyi gidip baskasina veriyorsun, iyilik bu degil midir yoksa dedim, bunun neresi gercek neresi iyilik, sen enayisin, bilgileri kaydedip versen incilerin mi dokulur, dedi ayni sey.

Sustum ve konuyu kapattim...

BUYRUN BURADAN YAKIN 1 ekim 2006

Uzun zamandir bas ucumda duran ve aslinda acayip zevkle okudugum kaliin bir kitap var; Yastikname. Japon Sarayinda gorevli bir nedimenin, ki bu 900 yili civarinda oluyor, kendince yazdigi gunlugun derlendigi kitap. Kadincagiz bin yil sonra bile okunacagina dunyada inanmazdi zannimca. Fakat cok hos bir sey, yazdigi ayrintilar, insalik halleri, karakterler oyle tanidik ki, hik demis bizim 2000li yillarin Turklerinin burnundan dusmus...

Ben de ona ozenerek bir kac liste yaptim, onun ve benim en sevdigimiz sey liste yapmak zati...

1. Sevdigim seyler;

- Sonbahardan kisa yaklasirken havalar iyice sogumustur, hele ki evlerin ici birrr, donar donar. O gunlerden birinde palto mu ceket mi diye dusunup ceketi alip disari cikar, aksam uzeri burnunuzun ucu kipkirmizi, karariniza kufrederek eve donersiniz. Ama o da ne, evde bir hosluk, bir samimiyet, bir sicaklik... Bilin bakalim ne olmus, evvvet, kaloriferler yanmaya baslamistir. Ayyy yakmislar ne guzeeel dersiniz ve burnunuz basta olmak uzere buz tutmus butuun parcalarinizi kirilmadan isitirsiniz... -kombililere birsey yok bu sikta-

- Ya bu da disaridan eve gelme ile ilgili, ben sanirim eve girme olayina takmisim... Neyse, uzun sure disarida kalip eve dondugunuzde -bunda yaz kis fark etmiyor anacim- ilk yaptiginiz sey ayakkabilardan sonra o beli dar kotunuzu ve kollari sikan bluzunuzu cikarmak ve elinize rahat ne gecerse onu giymek olur. Bel rahatlar, kol rahatlar, e bu rahatlik sizi eninde sonunda tuvalete davet eder...

-Pazar gunleri oyle boyle garip bir sekilde gecer, aksam olunca birden bir bosluga dusulur. Evi azicik toparlayayim dersiniz, o gunku gazeteleri yerine koyarken bir tanesini aksam okumak icin ayirdiginiz akliniza gelir, ve aa ne guzel bak yapacak birsey buldum diye tum evi oldugu gibi birakip gazeteye dalarsiniz. Bunu yataga girerek yaparsaniz daha da guzel olur...

2. Ozendigim seyler;

- Bir cok arkadasimin annesi, kayinvaldesi ve hatta konu komsusu elinde guzel kokulu yemeklerle cikagelir ve o guzel kokular aksam yemeginde sofrayi susler... Bizim evde de sadece Ozlemin yaptigi ve kokusu belirsiz garip yemekler piser. Arkadaslarim yemege misafir cagirmistir; yemeklerin yarisini anneleri yapar getirir. Kisa hazirlik tursu, salca, tarhana hep annelerin ve kayinvaldelerin elindendir. Ozleminse en son 5 yil once yaptigi tursu oyle sahane olmustur ki, evde bir daha tursu yapmasi sonsuza dek yasaklanmistir.

- Disarida, gectigim her sokakta ve caddede ne kadar teras kati varsa ezbere bilirim. O teraslarda ne partiler vermisimdir, ne kitaplar okumusumdur yillardir bir duysaniz. Terasina iyi bakmayanlar da cok kizarim. Benim olsa ona bebek gibi bakarim, de gidin tasinin buradan siz diyesim gelir oturanlara. Ama layiki ile bakanlari da alnindan opmek lazim, ben yapamiyorum sen yap kardis uhuuuu...

- Arkadasimin 4 yasindaki oglu cok guzel dinozor ciziyor. Hem de arka zikzaklari filan, her birseyi yerinde. Ben dinozor cizsem kediye benzer sanirsam. Onun gibi bile cizsem yeterdi bana ama hayatim ucgen damli bir ev, kapisindan baslayan bir yol ve yaninda bir agactan ibaret kompozisyonlarla gecti, ogretmen daha fazlasini istese resimden kalan ilk ogrenci olurdum herhalde...

3. Tilt olduklarim;

- Agzinda lokma varken, ve hatta lokmayi tam yutacakken konusanlar... Midem agzima gelir.

- Ters duran bir terlik... Hayir diger teki de tersse sorun degil, ama ne o oyle gicik eder gibi...

- Tam yataga yatmisim uykuya dalmak uzereyimdir, zinnnk aklima balkon kapisini kilitlemedigim veya kapici icin bos sut sisesi birakmadigim ya da ellerime krem surmedigim gelir ve surunerek hallettigim isim bitince uykum kacmis halde yatagin yolunu tutarim.



Ayh bu kadar... Bu kadin onca sayfayi nasil doldurmus yaaaa...

PARALI EĞİTİM 27 eylül 2006

Kitaplardan alıntı yapmak yasak, dedi genç bayan. Efendim, dedim sadece. Alıntı yapamıyorsunuz, isterseniz kitabı alıp burada saatlerce oturun ama fotokopi ve alıntı YA-SAK. Ay nasıl bir dumur bendeki anlatamam, yani kız alıntı diyor her ağzını açtığında ama ben onu direk vay seni gidi fikir hırsızı, korsancı senii diye anlıyorum. Ve çok gıcık olup, alın di end arınız da sizin olsun böyle saçma şey olur mu diye söylene söylene çıkıyorum binadan. Oysa ki ne hoş trallala diye Tunalıya hoplaya zıplaya yürümüştüm. Cebimdeki 4 YTl ve birkaç kuruş dışında meteliği kurşunluyordum, ama mutluydum, parasız yapılacak milyar tane şey vardı; vitrin bakmak, Kuğuluda anlamsız bir mola vermek, para olunca alayım dediğim ama her sefeinde unuttuğum giyecek, ayakkabı vs denemek, ve de bir kitabevinde kitap karıştırmak... Anlaşılan hem yanlış kitabevini seçmişim hem de oradaki rahat koltuklara, mis gibi kahve kokusuna kendimi kaptırıp olayı abartmışım. Çocuklar için aktiviteler diye bir İngilizce resimli kitap vardı, çok hoşuma gitti ve saçma sapan yerlerinden not alasım geldi. Ama notları bir gören olsa her tarafı ile güler çünkü çocuk resim yaptı mı aferin de, gibi bir taşkafalının bile e heralde yani diyebileceği düzeyde basit notlar. Peki ya ne oldu dersiniz, geldi o patavatsız görevli kız, bana yasak da yasak dedi ve asabımı bozdu. Aa ne oluyo canım ben burada günlük yazıyorum Allah Allaaah diyecektim ama dumur ferman dinlemiyor, hemen pıl pırt topladım ve çıktım.



Aslında haksız değilim. Kesinlikle. Hem o koltukları koy her kata, buyrun keyfinize bakın ama uyumak yok haa dercesine, hem de benim ezber yoksunu aklımla alay eder gibi, yasaaak kardeşim diye çıkış. Yok arkadaşlar, ben almayacağım bundan böyle onların karar verdiği kadar özgürlüğü. Giderim paşa paşa dostuma,



koltuk bulamazsam tabure, o da yoksa ayaklarım ne güne...

DÖN BABA DÖNELİM 19 eylül 2006

Kayanin dedigine gore en buyuk donekligimi evlenirken yapmisim. Simdi boyle deyince baska biriyle evlenecektim de son anda Kaya ile evlendim manasi cikaran arkadas olursa onu tebrik etmek isterim. Canim damat planladigim damatti da, uzerime giyecegim sey ve evlenme seklim konusunda aslina bakarsaniz en hizli ve keskin donekliklerimden birini yapmistim hakkaten. Diyordum ki hep Kayaya, tabi en uysal ve iyi kiz halimle, ay ne gerek var oyle gelinlikti torendi, onemli olan niyet, atariz imzalari olur biter, valla kot bile giysem umrumda degiiiil, hem birak oyle sasali dugunleri, nikah bile yapmayiz ne gerek...

Dugunumuzde, dikkatinizi cekerim nikahimizda degil, telli duvakli dugunumuzde 150 kisi vardi en azindan. Ve sakin bir hayat, 3-5 arkadasla aksam disarida takilma, buyuk ekran tv gibi gayet hos hayaller kuran zavalli Kayacim daha ilk gunumuzde o 150 kisi ile tek tek tokalasirken, gelinligimin kuyruguna basmamak icin sek sek oynarken veya annemin arkadaslari olmasi muhtemel hic tanimadigi orta yasli bayanlarin, damaaaat buraya halaya hadi nidalari esliginde halaylar cekerken, icinden uygun bir dille evlilik hayatimiz boyunca bana epey dikkat etmesi gerektigini soyluyordu herhalde; bu kadin nikah odasinda kot giyecekti, kooooot.

Soyle bir bakinca, evet abi donekim ben. Hic savunulacak yanim yok. Ustelik Kaya hakliydi, bana dikkat etmesi, ya da hadi en azindan dediklerime zerre kadar guvenmemesi gerekiyordu. Pekala sondaki du yu kaldirin, cok gereksiz. Her neyse, olaylar genelde soyle gelisiyor, cok basit bir ornek size;

1. Kaya evdedir, o gun calismaz. Ozleme der ki, karicim istersen Nazli ile filan bulusabilirsin. Fakat bu bulusma Ozlemin aklindan hic gecmemektedir. O daha cok cocuklarla takiliriz bugun diye dusunuyordur. O yuzden, aaa yok valla, bugun sizinle olacagim, der salondaki Kayaya.

2. Ama tabi tedbir olarak -ne tedbiri bacim- Nazliyi bir arar, yoklar bakalim bos mu diye. Aaaa, Nazli bos ve bulusmaya musait, ay ne kadar can alici bir durum bu boyle...

3. 1 saat sonra filan, Kaya kulaginda talimatlar, Ozlemi ugurlar kapidan; yemek buzdolabinda, tv seyrettirme cocuklara, oglunla araba oyna, vidi vidi vidi... Yani herseye tamam da bu talimatlar adami olduruyor -Kayanin kabullenmis ic sesi-

Hay Allah yine donmus birileri herhalde...

Ama donekligimin de sinirlari var elbet. Tamam, bugune kadar hayir dedigim bir cok sey sonunda evet oldu kabul, ama arkadaslar dikkat; evet dedigim hic bir sey hayir olmadi. Yani cozum dogru soruyu sormakta -höö-.

Yanlis anlasilmasin, bu doneklik mevzuunu sadece Kaya ile sinirli tutmuyorum, olur mu canim oyle sey, sonra onu kayirdigimi filan dusunurler... Ne bileyim, birinde gorup, gayet de inanarak hic benim tarzim degil valla dedigim bir seyi ertesi gun almisligim mi dersiniz -ulan bari bir kac gun bekle-, hih dijital makineler icten degil bi kere deyip de cekilen fotolara bakip catir catir catlamisligim mi dersiniz, ben asla hislerimi tanimadiklarimla paylasamam diye dusunup de nerde ulan internet blogumu yazacagim demisligim mi, valla hangisini derseniz deyin ama doneklik kotu demeyin... Hani donegim diye demiyorum, insan degismeli di mi, degisim guzeldir, ferahlik getirir...

O yuzden, hadi herkes halayaaa.

ÇEMBERİMDEKİ DÜNYA 15 eylül 2006

Neden agliyorsun anne

-Duygulandim biraz

-Neden, kiz mi oldu

-Yok kimse olmedi, sadece film bitiyor

-Kimse olmediyse neden agliyorsun

-Ay duygulandim istee.

Caglacim duygulanip aglamayi sanirsam bugun ogrendi. Fakat duygulanmanin ne oldugunu henuz anlayamadi, zira ona duygulandim diyen anasi izledigi dizideki kadin yillardir aradigi arkadasina kavusunca, mutemadiyen Zarife Zarife diye sayikladikca, insanlarin yaslanmis hallerini gorunce, ve hatta filmin son sahnesinde Yurdanur elleriyle agzini kapamis sevincten aglarken jenerik muzigi baslayinca, surekli agladi agladi agladi. Hatta hizini alamadi, sanki teselli bulacakmis gibi Nazliyi aradi hemen.

Hep kucumserdim... Filmlerde, dizilerde olaylar sanki kendi basina gelmis gibi ziril ziril ve de utanarak aglayanlara poh derdim, POH. O kadar da gercekci takilirdim yani. Al sana gerceklik sekerim; tekrar bolumunde bile komaya soktu seni iste bu dizi. Al sana gerceklik; yonetmene tapasin geliyor, insanin icindeki utangac duygusalligi ortaya cikardigi icin yanaklarindan opesin geliyor adamcagizi. Ah bir yakalasam..

Ben biliyorum aslinda neden oldugunu. Biraz gecmisimi hatirlattigi ama daha cok gencligimin o dizideki gibi dolu dolu, es dost cumbur cemaat gecmedigi icin uzuluyorum. Dizideki iyi karakterler kadar iyi olamadigim, onlar kadar arkadasligin, fedakarligin degerini bilemedigim icin agliyorum bu kadar. Hepimiz olabildigince benciliz iste, herkesin fedakarlik siniri belli bu zamanda. Cok azimiz gecmisteki dostlarimizin, cocukluk arkadaslarimizin, tanidiklarimizin pesine duseriz, cunku hayat simdi var, degil mi, gecmis gecmiste kaldi nasil olsa. Surada yarin evlenecek ve bizi cok seven bir arkadasimin dugunu icin 3 saatlik yola gitmeye bile useniyorum, sonra da kalkmis ictenlikten filan bahsediyorum...

Ne derseniz deyin, cocuklari Einstein gibi yetistirme pesinde olmayan, evini guzellestirmenin on kusulunu isledigi dantellerde bulan, evindeki huzuru tencerede pisen tarhana corbasi ile es tutan zihniyet bizden cok daha sansliymis.

Gidip biraz daha aglayayim bari...

SEVİYORUM DEDİ İÇİM 13 eylül 2006

Benim karanlık şehrim olmadan önce bembeyaz geceleri vardı bu kentin. Ama bilet alana tabi, zira o zamanlar da parasız hiç birşeyi beyazlatmıyorlardı. Biletini alırdın, saatler geceyarısını vurduğunda sinemadan içeri adımını atardın ve sabaha kadar ne kadar entel kuntel film varsa -tamam tamam sadece 3 tane + 1 kısa film...- seyreder, sabah da ulan ne demeye böyle birşey yaptım ki zaten yarısında uyumuşum diyerek eve yollanırdın. Ama güzeldi... O kadar güzeldi ki taa 15 yıl önceki o +1 kısa filmi iyi ki izlemişim dedirtir bana -Allahtan kısa film en başta gösterilmiş-. Bu arada klavyemin parantez tuşu çalışmıyor, belli değil mi, bir de soru işareti tuşu, ve hatta harflerin yukarısındaki tüm rakam tuşları...

Her neyse, kısacık filmimizin adı Ankarayı Seviyorumdu. Ayrıntısını yazmayayım şimdi çünkü aramızda Ankarayı sevmek şöyle dursun, elinden gelse Eymir gölünün sularına gömecek bir sürü arkadaş tanıyorum.

Ama ben şehrimi seviyorum.

Hem de pek çok.

Ankara benim düzenli oğlak burcumu en çok tatmin eden şehir. Beni demiyorum, çünkü düzen kelimesini yazarken bile zorlanıyorum, ama evet içimde bir yerler -bu burcum oluyor- seviyorsun işte diyor, sen Ankarayı da düzeni de seviyorsun.

Mesela Dost Kitabevi bambaşka geliyor bana. Her seferinde aklımdan hiç bir kitap ismi geçmeden içine girip salak salak bakınmayı seviyorum. Hem arada kaybolan otobüs kartınızı filan veriyorlar... Dostun düzenine öyle alışmışım ki başka bir kitabevinde her şey darmadağınık görünüyor, ismi aklımdan geçmeyen kitapları dahi bulamıyorum. Bir de çok hoş, Dost kartın hala var olduğunu bilmek içimi rahatlatıyor. Yani şu devirde ilkokul bebelerinde bile kredi kartı varken Dost kartının hala kullanılmasına insan şaşırmıyor değil...

Evimden, eski evimden, yaşlı okulumdan, nereden olursa olsun merkeze yürüyerek gidebilmenin rahatlığını seviyorum. Bacaklar yoruluyor o ayrı ama oldu olacak 4 kilometrekarelik -nasıl hesapladığımı sormayın ben de bilmiyorum- alan içinde yer alan bu merkezin elimin menzilinde olması, e yuh artık sen de sev şu şehri dedirtiyor içime -çok mu yüz verdim şuna ne-.

Yıllar önce otobüsle TBMMnin önünden geçerken, önümde annesiyle oturan bir çocuk meclisi gösterip, aa anne bak hayvanat bahçesi, demişti de kadın çocuğu nasıl susturacağını bilememişti. Bir çocuğun biliçsizce bu kadar bilinçli bir laf ettiği olmamıştır herhalde. Komik kaçmasın ama -kaçacak-, kaçmasın ama -kaçacak işte- neyse kaçsın ama yine de TBMMnin civarda olmasını bazen seviyorum. Hiç işim olmaz ama parkında bira neyin içilmesini de destekliyorum.

Tek dileğim Kızılay ve hatta Tunalıyı abluka altına alan o zevksiz Çin işi Japon işi ucuz malların geldikleri uzak diyarlara göç etmesidir. Bence Ankaradan nefret edenlerin ekmeğine yağ/tuz/biber süren en önemli şeylerden biri budur. Hele ki bu malların şehre giriş noktası olduğunu düşündüğüm Limon Bazaar denilen yerin Eskişehirde, Ankaranın ünlü Limon Bazaarı buraya açılacaktır, şeklindeki reklamını gördüğümde düşüp bayılasım gelmişti.

Ankaranın nesi meşhurdur dendiğinde ben de herkes gibi uzun bir süre duraklıyorum, ebelek gübelek bir şeyler bulmaya çalışıyorum ama hayır işte, ben kentimi keçisiyle, döneriyle veya Limon Bazaarıyla tanıtmak istemiyorum. Bence verilecek en güzel cevap sanane kardeşim yaşayan bilir, gel de sıkıysa yaşadır.

Ya da en iyisi sen kendi şehrini sev, seni bahtı açık insan...

Yazımı, ekşisözlükte bulduğum bir alıntı ile noktalamak isterkeeeeen, alıntının çalıntı olmamasını umuyor ve iyi günner diliyorum;

"kuzum sizi ankara'da ufakken inşaata mı çektiler de, dünyada başka sorun, uğraşacak önemli meşgale kalmamış gibi gelip, bu başlık altında bir şehrin griliğine, çeşitli illere dönüş güzergâhlarına, memuruna, binalarına tebelleş oluyorsunuz?"

Bu yazı, Eymir Gölü kıyısında nafile bekleyen İbo arkadaşıma ithaf olunmuştur...