11 Eylül 2008 Perşembe

RÜYALAR VE BULDOZER 3 kasım 2007

Bugün yemekte: kıymalı karnabahar, yoğurt çorba, yumurtalı peynirli fırın ekmek, kabak tatlısı


bundan böyle bloglarıma böyle başlayacağım. sonradan okuyunca vay beee demek için. tabi soframız hergün yukarıdaki gibi birkaç çeşit yemekle donatılmıyor. bizde standart bir sebze bir karbonhidrat yapılıyor. hele tatlı, hak getire. misafir de getirebilir. ama önümüze geldiği anla midemize indiği an aynı olduğu için evde tatlı yapılmıyor. sadece arada kendim için un helvası yaparım. malum günlerde çocuklara ve eşime daha nazik davranabilmek için.

bugün kabak tatlısı yapma nedenim, dün Sinan paşanın sabah uyanır uyanmaz bal kabağı istemesiydi. bu çocuğun bilinçaltının ya da rüya merkezinin filan kontrol altına alınmasını talep ediyorum. her sabah acayip acayip taleplerle karşıma çıkıyor zira. bir sabah, hiç de öyle taraklarda bezimiz yokken, onu uyandırdığımda ilk söylediği şey atın ingilizce ne demek olduğuydu. başka bir sabah dinozorların hali hazırda var olmasını diledi. başkasında yağmur yağsın diye gece dua ettiğini söyleyip, yağmurun yağıp yağmadığını sordu. ne gezeeer. neyse şimdi bakınca aslında bir çocuk için gayet normal, sadece biz büyükleri için azıcık fantastik kaçan dünyasını mantıkla yok etmek yerine desteklemenin, hatta araya kendimi de sokuşturmanın hiç de fena bir fikir olmadığını fark ettim. fakat hala bal kabağını neden istediğine aklım ermiyor. sonuçta bal kabağı testere ile kesilmesi, kabuk soyucu ile traşlanması ile filan benim fellik fellik kaçtığım, pek gereksiz gördüğüm, üstelik çekirdeğinden de hiç haz almadığım bir sebze. oysa dün kabağı bizim için soyan hala çocuk kalmış görevli, yapış yapış kabak sümüğüne batmış çekirdekleri çöpe atmak yerine bir torbaya koyup elime tutuşturdu. çocuklar kabak çekirdeğinin bal kabağından çıktığını öğrensin diye de ekledi. iyi adam...

bu arada iki hafta önce evimize gelen kardeşim ve karısının önüne ne koyduksam "ay kusura bakmayın, aslında daha güzel yapıyorum ama bu sefer pek iyi olmamış beğenmedim" deyip durdum. Serdar Rusçada buna "övgünün üzerine buldozerle gitmek" dendiğini söyledi. bu arada kardeşimin Rusçayı, deyimlerine atasözlerine dek nasıl öğrendiğini ben de bilmiyorum ve kendisini bu gizli hazinesinden dolayı tebrik ederim. neyse, bu buldozer olayı aslında karşısından övgü bekleyen her insanoğlunun kendini ilk başta kötüledikten sonra oturup karşıdan bir iki hoş laf beklemesiyle gerçekleşiyormuş. buna göre ben bütün haftasonunu buldozer kullanarak geçirmişim. yapmışımdır, yaparım da, hep yapacağımı da ekliyorum

Hiç yorum yok: